Sunday, May 20, 2007

üsküdar musiki cemiyeti 90.yaşını kutlayacak

Biraz da müzik konuşalım... Bu yaz İstanbul'lu müzikseverler için çok özel bir yaz olacak gerçekten. Çeşitli festivallere gelen isimler bir biri ardına açıklandıkça, kalbimi güçlendirmek için neler yapmalıyım diye ciddi ciddi düşünmeye başladım. Geçtiğimiz hafta bir geceyi sevinçten neredeyse uykusuz geçirdim. Gelmesi kesinleşmiş insanların tam listesi http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=221790&tarih=20/05/2007 adresinde şimdilik. Blonde Redhead, Coco Rosie, Antony and the Jonhnsons, Beirut ve James, ne kadar sık seyretsek de Bryan Ferry benim favorilerim ama bir Plant ve bir Satriani'nin gelmesi de old school rock seven abla ve abiler için ne anlama geliyordur allah bilir. Heyecanla bekliyoruz.

Erkekler için iki kötü haberle satırlarımı noktalıyorum.
Domatesin prostata iyi gelmediği anlaşılmış. Erkenden önlem almak amacıyla bol bol domatesli pilav yiyenlere duyurulur. Yetmiyormuş gibi bundan 50 yıl öncesiyle kıyaslandığında DNA'daki Y kromozomunun yarı yarıya küçüldüğü ortaya çıkmış. Feminen taraflarıyla daha barışık, daha az homofobik bir erkek jenerasyonunun geldiğini umabilir miyiz acaba?

Wednesday, May 16, 2007

Ne Kadar Sallarsan Salla

Bir süredir farklı farklı fraksiyonlara ait okurlardan farklı farklı tehdit mektupları alıyorum. Bu mektuplardan bazıları yazılarımı “ben çok kitap okuyorum, bak ne güzel havalı kelimeler kullanıyorum” gibi bir duruş içinde olmakla suçlayıp, o yönde tehditler savururlarken, bazıları da suya sabına dokanmayan, dolayısıyla karakterime aykırı yazılar yazdığımı iddia ederekten, tehditlerini diğer bir yönde fırlatıyorlar. Vakur bir gülümseme ve birleştirici bir şevkatle kucaklıyorum hepsini. (inanmayanlar kırıcı olur)

Öncelikle şunu ifade edeyim, söyleyecek birşeyim yoksa susmayı tercih etmeyi tercih eden bir kimseyim. Bu satırlarda söylediklerim de genellikle yürürken, tuvalette, efenime söyliyim, salata filan yaparken aklıma gelen, bir süreliğine de olsa orda ( aklımda) zaman geçiren düşünce parçacıklarıdır ki onları dillendirirken de, çok basit bir çıkarımla kendi okumak isteyeceğim gibi yazmaya çalışırım evet. Dolayısıyla yazdıklarım okumak istediklerime, isteyeceklerime bir öykünmedir, ona da evet. Ben, kedime yün hırka ördüm, bugün de camları bi güzel ovdum, dostluk ne harika, bahar çiçekleri ne cumburlop tarzı yazılar okumayı sevmiyorum. Karşıma çıkınca da geçiyorum, bundan yola çıkarak o tür yazılar yazamıyor olmam da çok doğal bir akış gibime geliyor. Bu, neden senin blogun ahmetin mehmetin hüsmenin blogları gibi naif ve gündelik değil diye soranlara cevabımdır. Beğenmeyen zaten okumazdır.

Bunun yanısıra yazılarım da çok provokatif de bulunmuyorsa, iki sebebi vardır. 1-canım provokasyon çekmiyordur, 2-provokasyonun kıralı politik provokasyondur, o arenada takılmanın Türkiye’de doğrudan sonucu hapistir, işkencedir vs dir. En azından benim yapmak isteyeceğim türden provokasyonun bedeli budur. Çok da gerekmemektedir. Bu da neden provokatif değilsin diyen arkadaşlarıma cevabımdır.

Evet bugün defansifim ama rating yaratıyor, naapiyim.

Wednesday, May 02, 2007

Sirk İşi Türkiye'de Neden Tutmuyor?!?

2007' nin Mayıs ayına tam gaz girmiş vaziyetteyiz. Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin dokuzyüzellidörtbinüçyüzokinci çığrından çıkma hallerini yaşıyor. Bir yandan 29 Ekim doğumlu Abdullah Cumhur Gül adlı vatandaşın ( vatandaş demek devlet memuruna hakarete giriyor mu acaba?) ismine layık olmaya çalışma manevraları, bir yandan Türk Ordu'sundan post-moderni de geçtim, post-dekonstrüksiyonist üstü az nohut tadında internetten semi-muhtıra denemeleri (hoş ben youtube'a muhtıra videosu upload edilmesini tercih ederdim gerçi ama...) , başka bir yandan sırf inat olsun da, kutlamalar, anmalar kendi istediği meydanlarda yapılsın diye yüzbinlerce polisi savaşa gidermişcesine bir avuç insanın üstüne salan toparlak bir vali, ve bu kocaman anlamsızlıklar balonu içinde usul usul el-Nino sıcaklarını bekleyen Türkiye. Ha bir de Deniz Baykal hakkında halkı tahrik'den suç duyurusunda bulunuldu. (Dincisi, laikçsi, liberali ve muhafazakarıyla sanırım herkes için için en çok buna sevindi) Evet bütün bu İsveç'de mesela, toplasan bir yüzyıl içinde ancak gerçekleşebilecek sansasyonel yoğunluktaki hadiseler, bizim ülkemizde 3 gün içinde cereyan etti.
Ancak ve fakat, kaos ve adrenalini sıvı olarak damardan enjekte ettiğimiz bu geçtiğimiz hafta içinde beni en çok şaşırtan ve dehşete düşüren şey ne Bülent Arınç'ın karısı türbansız olan Vecdi Gönül'ü alenen veto etmesi, ne de Tanju Çolak'ın "çatır çatır teşvik primi aldık, paraları da kıtır kıtır yedik" açıklamaları oldu. Açıkçası geçtiğimiz hafta beni en çok şoke eden mesele Şehrazat'ın Onur Bey'e senli benli hitap etmeye başladığını görmek oldu. Hakikaten porotesto edesim geldi, zira sarsıldım ve dağıldım karşılaştığım bu manzara karşısında. Hem de o tertemiz anne rolünün içindeyken, yani biricik oğlu tatar Kaan'ın yanındayken yaptı bunu. Ağzını açtı ve fütürsuzca SEN dedi Onur Bey'e. Türkiye buna hazır değildi bence. Bey demeyi bıraktı mı, onu göremedim. Anlaşılan Bindirbir Gece şaşırtmaya devam edecek bizi...