İkinci gün
ümüzde yosyoğun programı tamamlayabilmek için Recep(tion) tarafından sabah odalara edilen telefonu başarıyla bertaraf ediyorum. Geceden, odadaki bütün telefon kablolarını devre dışı bırakmıştım. Makulcene bir saatte kalkıp (yine 8den önce tabii) agresif programımıza başlıyoruz. İlk durak iyi niyetli, hafif kitsch fakat bir o kadar da öğretici Antep Müzesi. Burda Antep'in tarihini etraflıca öğreniyoruz. Binlerce yıllık tarihin büyük çoğunluğu Antep'in Gazi ünvanını almasına sebep olan Antep Savunması'na ayrılmış ama olsun, yine de ortada iyi niyet ve çaba görünce takdir eden ılıman! kişiliğimiz sayesinde, bu durumu hafifçe gülümseyerek karşılıyoruz. Son cümlede biz derken bizzat kendimden bahsettiğimin altını çizmek isterim.
Müzeden öğrendiklerimiz:
- Antep ya da Ayıntap (suyun özü, gözü, çıktığı yer manasına geliyormuş) bölgesi sırasıyla şu siyasi yapıların egemenliği altına girmiş: Hitit şehir devletleri, Roma-Bizans, Türk Devletleri, Moğol, Memluk, Dulkadir, Osmanlı (Osmanlı topraklarına katılması 1516 gibi oldukça geç bir zamanda aslında)
-Zeugma Kenti bölgenin bin yıllar boyunca en önemli merkezi olmuş. Sebebi de kentin Fırat'ın en dar yerinde konumlanması sebebiyle karşı kıyıya geçişin kolay olması. Zeugma köprü, geçit yeri anlamına geliyor.
-Antep'e ait ayakkabıcılığa "Yemenicilik", dokumacılığa "Kutnuculuk" adı veriliyor. Sedef ustalarının adı ise sedefkar. Bizim bildiğimiz manadaki yemeniye de ayakkabı denseymiş keşke.
yemeni kutnu sedef
-10 ay süren Antep savunmasında Karayılan ve Şahin Bey adında iki kahraman karakter mevcut. Karayılan biraz Kenan İmirzalıoğlu'na benziyor.
-Fıstıksız Antep düşünülemez. Baklavasız, kebapsız düşünülür, ama fıstıksız asla. Müzede fıstık ayıklayan Antep insanı canlandırması bile vardı. Hafif kitsch olduğu konusunda uyarmıştım.
Antep'teki ilginç karakterlerden biri de, 19.yüzyılda kilise olarak inşa edilen sonra cezaevine ve en sonunda da camiye çevrilen yapının bekçisi Davut Amca. Davut Amca adam bıçaklamaktan cezaevine giriyor, girdiği cezaevi camiye çevrilince, o da caminin bekçisi oluyor. Camiyi gittikçe "şirin" bulduğunu, bahçeye çıkınca da çok" heybetlendiğini" söyledi.
Her Antep turistinin elbet bir gün tadacağı şeyleri yapıyoruz birbiri ardına. Etnografya müzesi ziyareti, İmam Çağdaş şenlikleri, bakırcılar ve baharatçılar çarşıları, Elmacı pazarı vs gibi aktiviteleri gün içinde tamamladıktan sonra, akşamın yaklaşmasıyla alacakaranlığa vuran Antep'te Mevlevi Müzesi'ne bir uğruyoruz. Müzeyi gezerken "keşke tekke ve zaviyeler kapanmasaymış" diyorum. Müzenin her odasında bir koruma görevlisi olmasından ve girerken çantayı, pılıyı-pırtıyı kasalara bırakma zorunluluğundan etkiliyorum. Antep hırsızlıktan çok çekmiş belli. Zeugma'nın yarısının Amerika'da olduğunu düşünecek olursak, gayet mantıklı geliyor bu uygulama.
,
Hiç bitmeyecekmiş gibi gözüken günün sona yakın kısmında, tur rehberimizin hevesle beklediği Savaş Müzesi'ne geliyor sıra. Burası en 'benim' diyecek liboşu milliyetçi yapmaya muktedir bir yer. Bir defa karşılaştığımız diğer müzeler gibi yine iyi niyetle ve iyi organize edilmiş. Eski bir Antep evi olduğu için, halkın oturduğu bu evlerin Antep Savunması'ndaki rollerini iyi yansıtıyor. Müzede 10 aylık savunma sürecini anlatan bir de film gösterimi var ki, seyrederken ayağa kalkıp İstiklal Marşı söyleyesim geldi. Film boyunca Antepli Ermenilerin Antep'i nasıl sattıklarına dair sürekli okunan terane biraz sinirlendiriyor ve iç bayıyor ama yine de bu filmi seyrederken ibre önce vatansever sonra da milliyetçiye vurabiliyor rahatlıkla. "Sattılar köpekler bu vatanı" diye söylenirken buluyorum kendimi. Dediğim gibi müzenin etkisi bayağı güçlü
Bu müzeden öğrendiklerimiz:
-Antep'in jeolojik yapısı kalkerli ve bu da neredeyse tüm binaların altında binanın kendisinden büyük mahzenler, yaşam alanları kurmaya izin vermiş. Şehrin altında yer yer birbirine bağlanan bölümlerden oluşan, koskoca bir başka şehir var. Bu yer altı şehri, Antep'in Fransızlara karşı verdiği on aylık mücadelede çok etkin olmuş.
-Bütün Antep halkını savunma süresince en çok açlık kırmış. Ankara hükümeti, " önceliğimiz batıdaki Yunan harbidir, başınızın çaresine bakın" deyince Fransızlar tarafından kuşatılan şehre gıda, cephane, insan vs gibi takviyeler yapılamıyor. İnsanlar çaresizlikten atları, kedileri, köpekleri yiyor. Hikaye malesef mutlu sonla bitmiyor, bunca acıya rağmen Antep sonunda teslim oluyor. Tabi filmde bu teslim oluş bir zafer ve başarı hikayesiyle taçlandırılmış ama eminim onca sefaleti yaşayan o insancıklara epey koymuştur bu durum.
Müzeden ayrılırken gezi boyunca her küçük detayı acaip takdir eden grubumuzun dişi fertleri gözyaşlarını silmekle meşgul. Gözyaşları ve burun sümüğü içinde, yoğun program sonrasında yorgun ve perişan yeni bir kebap, baklava sarmalına doğru hazırlanmak üzere otele dönüyoruz.
No comments:
Post a Comment