Friday, November 13, 2009

Ayıntap Notları-III

Baklava diyarında son günümüz.


Duraklarımız sırasıyla Kastel, Zeugma Müzesi, Mutfak Müzesi, Dülük Mağaraları ve Cam Müzesi... Müzecilik bu şehirde gerçekten hevesle geliştirilmiş. Herbir müzenin müdürü/sorumlusu ayrı bir coşku ve kıvanç taşıyor. Gaziantep'te çocukluğumdan hatırladığım kalkınmacılık, aydınlanma filan gibi kavramların ne kadar taze kalmış olduğunu görüyorum. Sanki tüm Antep bir yerli malı haftası coşkusuyla bezenmiş. Belediye, billboardları "Var mısın yok musun yarışmasındaki Antep'li hemşerinize oy verin" posterleriyle donatmış. Hemşerilik, yerelcilik almış başını yürümüş. Mesela tur rehberimiz bizi hiç bir yerde Şam fıstığı demememiz konusunda ciddi ciddi uyarmıştı. Antep fıstığı dememiz gerekiyormuş doğal olarak. Bu uyarısında ne kadar haklı olduğunu, yediğimiz her öğünün içinde yer alan en az 3 şeyde mutlaka fıstık olmasından anlamıştık zaten. Fıstık böreği, fıstıklı baklava, fıstık muskası, fıstık kebabı, fıstık otu vb. Atatürklü bir fıstık efsanesi bile var.

Rehberimiz bu son günde bizi, gözleri parıldaya parıldaya modern Antep denen Ataşehir bozması bir yere götürdü. Son derece sevimsiz, pastel apartman bloklarının yan yana dizildiği, araya da ayıp olmasın diye güdük güdük çocuk parklarının serpiştirildiği bir yerleşim. Çimentonun güzelim Anadolu mimari geleneğine tecavüz edişinin canlı kanıtı. Koşarak modernlikten nasibini almamış Antep'e geri dönesim geliyor, lakin tur otobüsünün buharlı camları bir turun parçası olduğumu hatırlatıyor. Homurdanarak otobüsün içinde oturuyorum, arkadan moderniteyi alkışlayan kadınların takdir ve huşu dolu çığlıkları geliyor.

Antepliler yüzyıllar boyunca suyun değerini bilmişler. Kastel denen yeraltı depolama sistemleri kurmuşlar, bu sistemler bütün kuyulara su dağıtmış. Sonra noolmuş tam olarak bilemiyorum ama yeri gelince yeraltı kastellerini de camiye çevirmeyi ihmal etmemişler. Gerçekten yurdumdaki farklı yapıları camiye dönüştürme azmi inanılmaz. İşte yeraltı su depolama sisteminden, yeraltı camiine dönüştürülen meşhur Pişirici Kasteli de böyle ilginç bir yapı.


Bu arada Zeugma Müzesi'ni acaip adam etmişler. 5 sene önce geldiğimde gördüğüm çöplükle alakası yok. Şimdi çok daha fiyakalısını biraz ileriye açıyorlar. Gerçekten kocaman ve şık bir yapı olmuş en yenisi. Ama adı malesef Zeugma Müzesi ve Kültür Merkezi olacakmış. Kültür Merkezi adında olan heryeri yakmak için derin bir istek duyduğum için bu yeni ismi çok heyecanla karşılayamadım. Zeugma'da yapılan kazılarda, mozaikler sular altında kalmadan, çarçabuk ortaya çıkarıp taşıyabilmek için hırsızlardan öğrendikleri bir yöntemi kullanmışlar. Ama belli ki hırsızlar bu yöntemi çok daha iyi kullanmış. Mozaiklerin yarısını alıp götürmüşler. Bizimkilere de dizlerini dövmek ve sonra da ibret olsun diye bazı mozaikleri aşağıda gözüken şekilde sergilemek düşmüş...

Antep'in inanılmaz bir gastronomik zenginliği var. Gaziantep Üniversitesi'nde bir gastronomi okulu bile açılmış ve tabii ki müzesini de kurmuşlar. Şiveydis, omaç, elma tavası, şirinli çorba gibi daha yüzlerce adını hiç duymadığım yemek var bu şehirde. Anadolu'nun bir çok yerinde olduğu gibi yemek pişirmek sosyal bir olay ve uzun saatler boyunca, eşle dostla, güle eğlene yapılıyor.

Son olarak Antepliler'in çok vecizsever insanlar olduklarını söylemek isterim. Gittiğimiz birçok mekanda A4 üstüne yazılıp asılmış vecizler vardı.


Bir Pazar akşamı yorgun, argın, bitkin, ama bir sürü bakır eşya, kilolarca baklava, katmer ve kahke, onlarca lahmacun, bir dolu yemeni, metrelerce kutnu ve poşu, gümüş takılar, kutular dolusu sabun ve en az yüz torba baharat alarak Antep ekonomisine yapmış olduğumuz katkının verdiği gururla Antep'i terkediyoruz.

1 comment:

nilsun said...

Çoook etkilendim, harika. Sanki ben yokmuşum o gezide gibi geldi, sanki gitmediğim bir gezinin notlarını okuyormuşum gibi.