Sunday, June 19, 2011

Babalar ve Kızları


1 ile 5 yaş arasındaki neredeyse tüm anılarım babama dair... Tüm çocuk kahkahalarımın, tüm hayranlıklarımın, tüm oyunlarımın içinde babam var. Neden bu anıların çoğunluğunda babamın olduğu bu yazının konusu değil, ancak babamın benim için ne anlama geldiği tam da bu yazının konusu...

Babama dair ilk duygum/düşüncem onun kudretli, harikulade bir büyücü olduğu... İnsan üstü güçleri olan bu baba her gece yatağımın baş ucuna gelip, havadan uçup gelerek ustalıkla ağzıma giren küçük bir parça çikolatanın ardındaki esrarengiz güçtü. Her gece usanmadan sorardım, "yaaa babacım, sen mi atıyorsun çikolatayı", o da "ben değil büyücü atıyor" diye cevap verince hiç sorgulamadan inanırdım. Biraz büyüyüp 4-5 yaşına geldiğimde, sıkı bir saklambaç oyununa sardırmıştık beraber. Saatler süren ve babamın asla oynamaktan sıkılmadığı oyunda, babam saklanınca, bir türlü onu bulamayıp nerede saklandığını sorduğumda beni çekmeceye saklandığına inandırmıştı. Sıra bana geldiğinde kendimi çekmeceye sokmaya çalışırken bulurdum. Giremediğimde ise kendi kendime cevabım hazırdı... Babam büyücüydü, tabi ki herşeyi yapabilirdi, benim yapamamam normaldi...

Daha da büyüyüp okula başladığımda babama mevsimleri sormaya başlamıştım. O zamanlar Accuweather filan da yoktu hayatımızda. Yarın kar yağıp, okul tatil olacak mı? 23 Nisan töreninde yağmur yağacak mı? Verdiği yanıtları bir saniye bile sorgulamamıştım. Yavaş yavaş büyücüden Tanrı'ya giden bir yola girmişti babam benim için.

İlk ergenlik yıllarımda babamın insan olduğunu farketmemle beraber korkunç bir kızgınlık bürüdü içimi. Artık ders çalışmak yerine TV seyretmeme kızan, yemek istemediğim kerevizi zorla yediren bir baba figürü vardı hayatımda. Bana ısrarla "insanlara hayır demeyi öğren" diyordu. Üstelik kar yağacak dediği günlerde kar yağmıyordu (evet o yaşta da hala sormaya devam ediyordum). "Babamın aslında ne kadar haklı olduğunu sonraları anladım" filan demeye çalışmıyorum, sadece babasına bu kadar hayran bir kız çocuk olarak bu kızgınlık evresine girebilmiş olmaya şaşıyorum. Benimle olan ilişkisinde yaptığı her şeye o kadar çok kızıyordum ki, işin tuhafı onun da bu yeni durumu sindiremediğini, bocalayıp üzüldüğünü de görüp, daha da çok sinirleniyordum. İnsandı işte, kudretsiz bir insan! Ergenle, hele benim gibi fazlasıyla baş belası bir ergenle başetmek gerçekten insan üstü bir güç gerektiriyordu kesinlikle.

Liseye geldiğimde ise çok yakın bir dostum, bazen kızıp kavga ettiğim ama ne olursa olsun bana korkunç inanan, her şeyiyle bana güvenen, destek olan, hep bana taraf olan bir babam vardı. 16 yaşında "arkadaşlarımla tatile gidiyorum" dediğimde, yine tarafını benim yanımda tutmuştu. O ve ben, gitmemem gerektiğini düşünen bütün diğer aile fertlerine karşıydık...Bu taraflık hali çok uzun yıllar devam etti. Genel geçer normların dışında kalan tüm eylemlerimde tek desteğim, bana tek güvenen insan hep babam, hep babam oldu.


18-19 yaşlarında ilk erkek arkadaş darbesini yediğimde, ağlamaktan sırılsıklam olmuş yatağımın
başucuna gelmişti yine... Bu kez büyücü olarak değil, sonsuz özel bir baba olarak... "Seni hep sevecek, hep yanında olacak bir erkek var" hayatında deyip göz yaşlarımı dindirmişti.

Babam kişiliğiyle, iddiasıyla, babalığıyla hep farklı, hep aykırı bir adam oldu. Bense büyüyüp çocuk renkliliğimi yitirdikçe onu sorgular oldum. Neden aykırı, neden bunu yapıyor, niye hayatı zorlaştırıyor? Biliyorum ki, tüm bu sorgulamalarım yüzünden onulmaz pişmanlıklar yaşayacağım bir gün...İşte bununla hiç başedemiyorum.

Zamanla, ölümle, insanların zamana karşı kaybettikleri yarışla ilgili meselelerim olduğu ortada, Bu meselelerin en büyüğü ise babamın bu yarışçılardan biri olması karşısında duyduğum kızgınlık. Ergen yıllarımdaki kızgınlığa benzer, babamın yaşlanıp bütün ona atfettiğim tanrısal özelliklerinin her birini yavaş yavaş yitirdiğini, ya da aslında hiç sahip olmadığını görmek içimde korkunç bir isyana yol açıyor. Gizli gizli sigara tüttürmesi, duygularıyla başa çıkamayıp aşırı tepkiler vermesi, duygularını dillendirememesi, konuşmadan iletişim kurmaya çalışmasına çok kızıp, sonra aynı zayıflıkların hepsine sahip olduğumu, babamın da en az benim kadar insan olduğunu görmek tuhaf duygular uyandırıyor.

İşte tüm bu tuhaf duyguların içinde en büyük aymazlığım babamın ne kadar özel, ne kadar muhteşem bir insan olduğunu hatırlamadığım anlardadır, babamın insan olmasını hala hazmedeyip ona ergen tepkileri verdiğim günlerdedir, ona bir türlü her şeyimle kendisini ne kadar sevdiğimi söyleyemeyişimdedir. Bu yazıyı yazıp, ona okutacak yetişkinliğe bile sahip olmayışımdadır.

Bu babaların suçu mudur, evlatların mı hala çözebilmiş değilim ancak babayla olan ilişkide bir türlü büyüyemek, içinde yanan tutuşan ergen çatışmalarla hala babaya kızmak sanırım bana özel bir durum değil. Neyse ki bütün bu çatışmaların hiçe indirgendiği bir hal de var, o da koşulsuz, mutlak, enginler kadar büyük sevgiyle babayı sevme hali...

Belgrad Ormanı, 1979

Babama baktığımda ölümsüzlüğü öyle çok istiyorum ki, çok istersem evrenin bana yardım edeceğini düşünmek, babamla beni hiç ölmediğimiz bir uzay boşluğunda sonsuza kadar salınarak tutmasını istiyorum. Ben, Belgrad ormanın'daki o bankın üzerindeki kadar küçük; O, bankın yanına oturmuş göle bakar hali kadar genç, elele tutuşmuş, zamanın içinde huzurla donalım istiyorum.

Tüm babalara sevgiyle...