tag:blogger.com,1999:blog-360067542024-03-08T06:54:16.645+03:00DutlukKutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.comBlogger88125tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-60213662811197432082014-03-24T17:02:00.000+02:002014-03-24T17:02:07.779+02:00Gündeme dair<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
Hoşçakal vıııjt diye geçen aylar ve yıllar. Merhaba bugün, merhaba yarın ve merhaba yine uzuuun süre yazmayacağım önümde sıralanan ve vıjjt hızıyla geçecek aylar. Neyse "uyy ne kadar uzun süre olmuş yazmayalı" temayı kısa tutup önümüze bakalım. <div>
<br /></div>
<div>
Yurtta durum vahim. Biz 25-40 yaş arası jenerasyon hiç böyle günler geçirmemiştik. 60'lar, 70'ler darbe ve toplumsal kaos ile dolu olsa da, sanırım hiç bu kadar umutsuzluk sarmamıştı benliğimizi. Başta psikopatik ve narsistik kişilik bozukluğu (psikolog değilim atıyorum) özellikleri gösteren bi adam, her gün elden alınan özgürlükler, öldürülen çocuklar ve üstüne bir bardak soğuk su içme rahatlığıyla verilen densiz, vicdansız demeçler... Kötü ekonomik endikatörler, yok olan doğal kaynaklar ve etrafını saran vurdumduymazlık ve aymazlık... Daha liste uzar malesef.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Peki çocuğumu böyle bir ülkede yetiştirmek istiyor muyum, kesinlikle hayır... Umudum var mı? Bizim jenerasyondan kesinlikle yok. Şu anda çıkabilecek alternatif lider/politikacı malesef bizimkilerden olacağı için, gerçekten içinde bulunduğumuz durum vahim. Yani şu an için umudum yok. Anadolu'yu anlamaktan hala çoook uzak bir beyaz türkistan, hala kahrolsun dinciler, yaşasın laiklik ekseninde gösterilen güdük tepkiler, beyaz Türkistan tarafından yıllarca ezildikleri için doğal refleksleri kabadayılığı yüceltmek olan ve adam agresifleştikçe ışığa kapılan sinekler gibi etrafında kenetlenen bir halk. Cumhuriyet'in ilk yıllarını hala aşamamış bir basiretsiz ana muhalefet partisi, söylemleri de, başkanı da 1960'larin Cüneyt Arkınlı Türk filmlerinde kalmış, ne tür bir milliyetçilik uygulayacağına karar verememiş bir milliyetçi muhafazakar tuhaf parti. Bir yandan yaşananları gayet iyi anlayan, özümseyen ve doğru hamleleri içinde barındıran ancak bir yandan da kendi gündeminin dışına malesef çok çıkmak istemeyen bir Kürt partisi...Burdan çıkış gerçekten yok gibi nerdeyse. En azından kendi iç dinamiklerimizle ve demokratik yollarla.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ama bir 20 sene sonrasına gittiğimde kesinlikle umutlanıyorum. Yıllarca siyasetsizleştirilen, tepkisizleştirilen, uyutulan ve beyni yıkanan bir toplumdan teknolojinin müthiş gücü sayesinde evrildiğimizi ve üzerine ölü toprağı atılmış gençlikten, -en azından onların çocuklarından-, bilen, duyan, dokunan ve sesini çıkaran bir gençlik yeşerdiğini görebiliyorum. Türk devlet geleneği hala eski reflekslerine, eski söylemlerine sıkı sıkıya sarıla dursun, bunların hiç birinin işlemeyeceği bir toplum kesimi oluşuyor. Kendi dahil hiç bir şeyi ciddiye almaz ve herşeyle bolca dalga geçebilirken, özgürlüğünü, adaleti müthiş ciddiye alan bir jenerasyon geliyor. Bir daha hiç bir hükümet kürtleri yok sayamayacak, bir daha hiç bir hükümet dindarları yok sayamayacak, bir daha hiç bir hükümet istediğin gibi yaşama hakkını, sesini duyurma hakkını, kendinin olduğu kadar komşunun, arkadaşının istediği gibi insanca yaşama hakkını koruma hakkını yok sayamayacak. Bir daha hiç bir hükümet LGBT'yi, dinsizleri, zerdüştleri, alevileri, ermenileri, vicdani retçileri hor göremeyecek. Buna inanıyorum. Bu bizle olmayacak, ama bu olacak.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Kendi neslimden arkadaşlarıma, anne-babalara sesleniyorum. Çocuklarımızı yetiştirirken gösterdiğimiz onca özeni, her kesimden insanın var olma ve insanca yaşama hakkına sahip çıkmaları, farklılıkları dışlamak yerine kucaklamaları konusunda da gösterelim. Çocuklarımıza git politikacı ol, git ülkeni, dünyayı değiştir diyebilelim. Onları, ana-babalarımızın bize yaptığı gibi okuluna git, dersini çalış, sınavına gir, en yüksek puanı al, en iyi okullarda oku, en iyi işi kap ve kendi işine bak saçmalığına/girdabına sokmayalım. Çocuklarımıza, abudik kostümlü doğumgünü partilerine harcadığımız parayı çok daha yüce amaçlar için harcayabileceğimizi/harcayabileceklerini anlatalım ve her zaman onlara seçim şansı verelim. Bu ülkeyi, bu pisliği biz değil belki ama onlar kesinlikle değiştirebilecek güce sahipler, bu gücü ortaya çıkarmaları için elimizden geleni yapalım. İçinde yaşadığımız bu rezillik bir sonuç ve bu sonuca bizi hangi tutumların, hangi tavırların getirdiğini n'olur ama n'olur unutmayalım. Kimse kendi işine bakmasın artık. Çocuklarımıza nasıl bir ülke bırakacağımız kısmen de olsa bizim elimizde, bu fırsatı tepmeyelim.</div>
</div>
Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-57160456998475391972012-12-14T17:39:00.001+02:002012-12-14T17:39:52.406+02:00Senin annen bir insandı yavrum<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<span style="font-family: arial; font-size: x-small;">Uzun lafın kısası, gizli blogum işe yaramadı, dönüp dolaşıp buraya geldim. Anne olduktan sonraki tüm sıkıcı yazılarımı burda paylaşacağım, boşu boşuna başka bir bloga daha hava parası ödemiyeyim dedim...</span><br />
<div style="font-family: arial; font-size: small;">
<br /></div>
<div style="font-family: arial; font-size: small;">
Allah'u Teala canlıları yaratırken, annelere acımış olsa gerek ki, yavru denen canlıyı ölesiye şirin yapmış, yaşanılan tüm zorluklar anne yavruya bir bakışta beyninden silinsin diye...Bizim yavru da dünyaya geleli 3 ay oldu. Yalan söylemenin lüzumu yok, zor bir 3 ay oldu. Tüm annelere rica ediyorum yalan söylemeyin, evet çok seviyorsunuz, çok süper bişey eminim ama epey zor işte. Böyle Heidi Klum gibi uzaylı filansanız ancak doğumdan sonra 5.günde kırmızı halıya çıkıp poz verebiliyorsunuz, ama insangiller familyasından geliyorsanız o zaman 5.gün sadece kırmızı bir tshirt giyebilirsiniz, o da en iyi ihtimalle... </div>
<div style="font-family: arial; font-size: small;">
<br /></div>
<div style="font-family: arial; font-size: small;">
Bu ilk aylar, ciddi bir test, insanın dayanaklılığını ölçen, hayatın kalan kısmında karşına çıkacak zorluklara hazırlıyan bir test. 20li yaşlarda olsa daha işlevsel olabilirdi ama 30lu yaşlarda da bir fonksiyonu olsa gerek diye düşünüyorum. Onun dışında karşıma çıkıp "annelik ah ne kutsal", "anne olmayan anlamaz" gibi şeyler söyleyen diyen herkese hala kıl oluyorum, zira öyle abartılacak bir mevzu değil... Hele hele bu zor günleri ya da verilen emekleri daha sonraları yavruya duygu sömürüsü yapmak için kullananlar tümden asabımı bozuyor. Annenin hakkı ödenilmez, cennet annelerin ayakları altındadır gibi şeyler de bana göre hala zırva. Bir canlı dünyaya getirmeye karar verdikten sonra, onu hayatta tutmaya çalışmak kadar doğal bir şey yok. O canlıcık da, kendi karar vermedi dünyaya gelmeye, dolayısıyla ben bu noktada laga lugayı kesip sorumluluğu yerine getirmek ve bu sorumluluğu yerine getirirken de sonsuza kadar susmak taraftarıyım. Eşe dosta tabi ki konuşalım, gerekirse dert yanalım ama lütfen verilen emeği kutsallaştırmayalım dear anneler.</div>
<script charset="utf-8" src="http://sonific.com/widgets/js/ca1eade0dcdb88581bf4cbeab9a1edcfaeda8a12/blogger" type="text/javascript"></script></div>
Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-22702274363524449942012-06-17T13:15:00.000+03:002012-06-17T13:15:17.319+03:00Babalar Günü<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
Evet itiraf ediyorum, gizli bir blogum daha var. Akşamları kimseler görmeden gizli gizli oraya yazıyorum. Ancak burayı ihmal etmemin esas sebebi odur dersem yalan söylemiş olabilirim dikkat edin.Çünkü burayı ihmal etmemin esas sebebi son 7 ayın şaşkınlık verici hızı, baş döndürücü dönüştürücülüğüdür. Bu hayat değiştirici olaylar silsilesine bu sakin Pazar gününden dönüp bakmak ayrıca bir enteresan oluyor şu anda. Afacan afacan esen poyraz, dayanılmaz sıcağı tatlı bir ılıklığa çevirirken, herşey o kadar inanılmaz geliyor ki, hayat bu kadar yavaşken, nasıl bu kadar hızlı akabiliyor şaşırıyorum...<script charset="utf-8" src="http://sonific.com/widgets/js/ca1eade0dcdb88581bf4cbeab9a1edcfaeda8a12/blogger" type="text/javascript">
</script><br />
<div>
<br /></div>
<div>
Bugün üstüne üstlük bir de Babalar Günü...Bu Babalar Günü'nün çok daha acaip bir anlamı var artık. Hayatımda bir baba daha var, henüz doğmamış oğulcuğumun babası... Çok iyi bir baba olmak için oğlunun haberini aldığı günden beri çabalayan, babalığı daha oğlu doğmadan benimseyen bir adamın karısıyım ben. Baba hayranlığım bilinen birşey, ama ilk defa bir adama baba olduğu için böyle hisler besliyorum. Daha önce baba deyince aklıma babam gelirken, şimdi büyüyen göbeğime bakarken gözleri dolan bu adam geliyor. Sanki yeryüzünün tek babası o...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Baba olmak için çırpınan, heyecanla oğlunu bekleyen, ilmek ilmek kendini değiştiren sevgilim... Babalar günün kutlu olsun. </div>
</div>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-18258387148706024022012-03-03T12:38:00.002+02:002012-03-03T13:18:09.786+02:00İnanca Saygısızım<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
Hiç bir inanca saygım yok. Karşımdakine saldırmamak, ya da düşünce ve inançlarıyla beraber varlığını kabul etmek ona saygı göstermem gerektiğini göstermez.<br />
<br />
Saygı delisi insanlar ve topluluklar beni ürkütüyorlar ne yalan söyleyeyim. Saygı budalalığı bana totaliterliği hatırlatıyor... Onların yaklaşımına göre saygı göstermezsen en temel hakların her an elinden alınabilir, şiddete maruz kalabilirsin çünkü...<br />
<br />
Yaşlıya saygı, büyüğe saygı, inanca saygı, kıdeme saygı, nüfuza saygı...Bizim gibi doğu toplumlarında saygı kayıtsız şartsız kabul ediş ve gereken muameleyi gösteriş anlamına geliyor çoğunlukla...Kesinlikle nötr bir anlamı yok. Saygının gerektirdiği belli kriterler var. Hepsi birbirinden ciddi.<br />
<br />
Yurdumuzda din odaklı yaşayan insanlar kendi inançlarına saygı göstermeyenleri küfür etmekle suçlarlar, ağızlarından köpükler saçarak saygısızlığın cezalandırılmasını isterler. Ne demek istediklerini anlamak, küfürle kafirin aynı kökten geldiğini görmek için fıkıh bilimci olmak da gerekmiyor. Oysa bir inanca gösterilen saygısızlığın, başka birinin inancı olduğunu görmek öyle basit geliyor ki bana. Keşke herkes kullandığı kelimenin anlamını sorgulayıp, karşısındakini kendinden bağımsız bir şekilde görebilse...Saygısızlığın bir inanç, inançsızlığın da "saygı" hakkedebilecek bir şey olma ihtimalini farkedebilse...<br />
<br />
öyleyken böyle<br />
<br />
<br />
<br />
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
</div>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-62974634608491265252011-11-16T23:23:00.001+02:002012-03-03T13:19:05.911+02:00Yeni yıl, yine yıl<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
Yine okkalı bir aradan sonra beraberiz...Biraz alkolün de etkisiyle, biraz Kasım olmasıyla, ve biraz da gece olmasıyla tabi, duygu salınımları had safhada. Gerçekten yine bir Kasım, yeni bir Kasım ve kapının arkasında duran yeni bir yıl. Artık yılların çok daha önemli, çok daha değerli olduğu zamanlar, her gidenin arkasından bir durup bakıldığı, bir değerlendirildiği, baktıkça hüzünlenildiği zamanlar. On seneden fazla bir zamandır hiç bir yılın arkasından sevgiyle bakmadığımı hatırlıyorum. Ölümler, hastalıklar, kayıplar, mücadeleler sanki tüm güzelliklerin ve deneyimlerin önüne geçmiş yıllardır. Hele her Aralık'ta, bir fenalığın beklemesi yok mu köşede... ve zalimce ortaya çıkması haber vermeden... Bu senenin öyle olmayacağını umarak, biraz da korkarak geriye bakıyorum ve bakınca şaşkınlıktan dilimi yutuyorum. Tüm acıların ve hüzünlerin içinde bu yıl son on küsur senenin en iyi yılı olmuş olabilir gibime geliyor. Öyle bir potansiyeli var sanki...<br />
<div>
<br /></div>
<div>
Nihayet mutlu olmayı öğrendiğim, kendime değer verdiğim, keyifle yaşamayı, sevmeyi ön plana koyduğum, acıyı bal eylediğim, dünyalarca şey öğrendiğim, dünyalarca şey değiştirdiğim, yepyeni ve harika insanlarla tanıştığım, tanıdıklarımı daha da çok sevdiğim, heyecan duymayı tekrar keşfettiğim böyle şaşkınlık verici bir yıl...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Şimdiden selamlar 2012, lütfen bir son dakika golü atma 2011...Seni sevmeye devam etmek istiyorum...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
öptüm, bye</div>
</div>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-75808749584214562422011-09-29T19:16:00.001+03:002011-09-29T19:17:53.474+03:00Tuhafiye is backTuhafiye serisine uzunca bir süre ara verdiğimin farkındayım, bu tabi ki de vatan toprağında tuhaf şeyler olmuyor anlamına gelmesin. Şöyle bir 2 saniye düşününce bile tuhaflıklar çağlayanı akıyor beynimden klavyeye...<script charset="utf-8" src="http://sonific.com/widgets/js/ca1eade0dcdb88581bf4cbeab9a1edcfaeda8a12/blogger" type="text/javascript">
</script><br />
<div>
<br /></div>
<div>
Son zamanlar zaten tuhaf zamanlar, ama içlerinden bazıları gerçekten traji-komik (böyle bir kelime var mı ki?) olabilecek seviyede. Bir kaç hafta önce arabam bozulduğunda minibüs dünyasına girme ve bu derya dünyayı inceleme fırsatı buldum. Pişman değilim, bu sayede dışardan psikopat,cani, manyak gibi sıfatlarla yaftaladığımız minibüs şöförlerinin ne kadar kırılgan, ne kadar zarif olabileceklerini, cani ve zarif arasındaki tuhaf köprüde bir oraya bir buraya koşturmaktan ruhsal olarak ne kadar yorulduklarını gözlemledim. Misal, arabaya yeni binen bir müşteriye, "iyi günner efendim" diyen şöför, aynı müşteri inerken ineceği yeri geç söylediği için "amk o....su" diyebiliyordu rahatlıkla, böylesi değişken bir ruh halinin tuhaf olduğu kadar da zor olduğunu düşünmenizi isterim. Bu yalnız insanların halet-i ruhiyelerini, herkesi her an potansiyel düşman ilan edebilme kapasitelerini anlamak için aynadan gözlerini seyretmek yeterli oluyor genelde.</div>
<div>
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg__zjb3TmB_UCNdyWjLfXoFPbAv1fCGm3sIwFvSvkbxV_P5WgBLtdkSRTbWiwnrXdjjyADAOtoSSUbhyZAlDw_S-LU6SZopvw9f6xfS_kz_HxvAS55ksMQ2kmkPHBPuLsQoLYY/s1600/mini.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg__zjb3TmB_UCNdyWjLfXoFPbAv1fCGm3sIwFvSvkbxV_P5WgBLtdkSRTbWiwnrXdjjyADAOtoSSUbhyZAlDw_S-LU6SZopvw9f6xfS_kz_HxvAS55ksMQ2kmkPHBPuLsQoLYY/s1600/mini.jpg" /></a></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
Taşımacılık endüstrisi başlı başına tuhaf. Bu endüstriye dair son derece tuhaf bir hikaye bir tanıdıktan geldi bugün. Bahsi geçen tanıdık kişi (bundan sonra kendisinden TK diye bahsedelim), yol kenarında validesiyle telefondan konuşarak durmakta, bir yandan da az sonra servisle gelecek kızını beklemektedir. Böyle kozmik bir 3lü jenerasyon zinciri kurulmuş dururken, ansızın bir araba direksiyonu TK'nın üstüne doğru kırar ve panik halinde "çabuk elindeki telefonu ver" diye yarı açık camdan haykırır. TK, bütün bunların ne anlama geldiğini düşünedursun, gerçekler tez zamanda aydınlanır. Şöför TK'nın canına ya da malına kastetmemektedir. Kendisi şarjı bitmiş bir korsan taksidir, ve sadece durağı ya da müşterisini aramak istemektedir. TK telefonu verdiğinde, bu iyiliği yaptığı için kendisine şöför koltuğunun altında sakladığı lahmacun ve çiğ köfteden ikram edecektir. Telefonunu edip, ikramını da yaptıktan sonra hiçbirşeyin hayat kadar şaşırtıcı olamadığını bu vesileyle bir kez daha hatırlayan TK'yı kaldırım kenarında, kendi halinde ve suratında şaşkın bir ifade ve elinde çiğ köftelerle bırakıp akşam üstünün toz dumanında gözden kaybolur.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Mahallede kaybolan Kediş'i telsizle arayan MİT ajanları hikayesini bir sonraki tuhafiye serisine bırakıyorum. Şimdilik esenlikler diliyorum.</div>
Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-42204292801277613732011-09-27T00:05:00.000+03:002012-06-17T13:16:50.763+03:00İyi ki Doğdun Aslan Baba<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
Önceleri ara ara uzaktan takip ettiğim bir blog olan <a href="http://babaolmak.com/">babaolmak.com</a>'un daha sonraları arkadaşım olan yazarı sayesinde babamı bu aralar çok daha sık düşünür hale geldim. Bu blogda okuduğum şeyler bana öyle çok kendi babamı hatırlatır oldu ki, ister istemez geçmişe dönüp "benim babam nasıldı", bunu düşünür buldum kendimi sık sık... Burdan yola çıkarak, <a href="http://babaolmak.com/">babaolmak.com</a> fikrinden de esinlenerek baba olmak benim için ne anlama geliyor onu biraz netleştireyim istedim, özellikle günümüzün taze babaları ve baba adayları için ve özellikle benim için önemli olan bu günde...<br />
<div>
<br /></div>
<div>
Bana göre...</div>
<div>
<br />
<div>
-Baba olmak küçük kızının hasta Japon balığı bir gece vakti ansızın öldüğünde sabaha kadar açık akvaryumcu arayıp, aynı balığı bulup ölenin yerine koymak, sonra da balığın mucizevi bir şekilde iyileştiği müjdesini vermek için yavrunun uyanmasını beklemektir heyecanla. (geleceğin babalarına not: kız yıllar sonra kurutulmuş balık cesetini bir çekmecenin içinde bulmasa daha iyi olabilir) 1983</div>
<div>
<br /></div>
<div>
-Baba olmak artık kazık kadar olmuş kızının bir gün telefon açıp "otobüse binmek istemiyoruuum, gel beni Olimpos'tan aaal" demesi üzerine, "hadi ordan şımarık, az ye de uşak tut" demek yerine arabaya atlayıp 8 saat yol gidip Olimpos'a varıp, hızlı bir kahve içip, kızı da alıp tekrar yola çıkmaktır hiç dinlenmeden. 1994</div>
<div>
<br /></div>
<div>
-Baba olmak sırf kız "the Smiths" seviyo diye, o arabada horlayarak uyuklarken, kapkaranlık bir gece yolculuğunda içini kasvet basmış olsa bile çalan müziği değiştirmemektir. 1991</div>
<div>
<br /></div>
<div>
-Baba olmak kız araba kullanamayacak kadar akşamdan kalma ve uykusuz olduğu için bir telefon açıp talepte bulunduğunda bi anda bütün işini gücünü bırakıp ona şöförlük yapmak ve üstüne 4 saat trafikte kalıp gıkını bile çıkarmamaktır. Ara ara direksiyona atılan sessiz yumruklarla gerginlik atmaya çalışmaktır çaresizce. 2011</div>
<div>
<br /></div>
<div>
-Baba olmak sonsuz bir güven ve güç vermektir miniklikten danalığa uzanan uzun yolda, yavruya... Hep destek, tam destek politikası gütmektir, durmadan, yorulmadan.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Babamın bütün yaptıklarını her bir yazısıyla bana tekrar tekrar hatırlattığı, kendisini yaşlandığı için affetmemi ve onunla daha çok vakit geçirmemi sağladığı için burdan <a href="http://babaolmak.com/">babaolmak.com</a>'a sonsuz teşekkürler...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bugün 63 yaşını dolduran canım babam, hiç yaşlanmaman gerekiyordu ama seni affediyorum, iyi ki doğmuşsun, iyi ki benim babam olmuşsun... Fırk</div>
</div>
<div>
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhafAgeL7-aOifXqdGM1h89-kNxKgPEd-UgpOQrKc2zYwBru110dtkSoVeGegORbpJUlBSWlEBxkcD8ls0Cyt_msdd5sczrmpB1NCEJDKNIFL9qxiVdOpHNu75ZVnNb4BbmqvLx/s1600/aslanbaba.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="132" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhafAgeL7-aOifXqdGM1h89-kNxKgPEd-UgpOQrKc2zYwBru110dtkSoVeGegORbpJUlBSWlEBxkcD8ls0Cyt_msdd5sczrmpB1NCEJDKNIFL9qxiVdOpHNu75ZVnNb4BbmqvLx/s200/aslanbaba.jpg" width="200" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><br /></td></tr>
</tbody></table>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span class="Apple-style-span" style="font-size: x-small;"><br /></span></div>
not: Veliler lütfen yavrularınıza Aslan Baba şarkısının sözlerini değiştirerek söyleyin. Harpte vurulan Aslan Baba ve köyden kovulan küçük aslan onulmaz yaralar açabilir ilerde dana mertebesine erişecek yavrunuzda.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
</div>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-15807058421860779612011-09-11T18:17:00.002+03:002011-09-11T18:19:16.386+03:00Progresif Geçmiş Sayıklamaları<br />
Geçmişle kurulan ilişki tuhaf bişey... Tamamen yok saysan kötü, orda asılı kalsan daha da kötü. Esas olan geçmişle şimdi arasında sağlıklı bir köprü inşa etmek ve güvenli bir şekilde ara ara ziyaret etmek. Ordaki güzellikleri şimdiye taşımak, mümkünse çirkinlikleri de çürümeye bırakmak.<br />
<div>
<br /></div>
<div>
Geçmiş benim için bir daha hiç geri gelmeyecek hüzünlü bir şey oldu hep ve hep de öyle olacak galiba. Ama hatırladıkça içimi ısıtan şeyleri devam ettirmenin mümkün olacağını da farkettim yakın zamanda. Küçük çapta bir aydınlanma belki de. Ortalıklarda dolaşan bir "seksenlerde, doksanlarda şunları yapardık" listesi var ya, benim de geçmiş (ya da gençlik) deyince aklımda hatları çok net olmasa da bir liste oluşuyor. Bu listeye giren şey ya şeylerle alakalı hisleri şimdiye taşımak mümkün mü değil mi bilemiyorum, ama o hislere benzer hislerden çok da uzaklaşmamak gerektiğini seziyorum gittikçe. Aksi takdirde insan yaşlandıkça sığlaşıyor, odunsu bir yapıya bürünüyor.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bahsi geçen listeye göz attığımda aklıma ilk düşenler sesi sırf klavsene benzediği için aşık olduğum sevgilim, bıkmadan biriktirilen gazete küpürleri, bazen Nejat İşler'in tezgahından bazen de Zihni'den alınan çekme kasetler, sokakta manyaklar gibi oynanan yaz akşam üstleri, arka arkaya 3 filme birden gidilen festivaller, çok değerli konserler için bazen bir gece önceden girilen bilet kuyrukları, eski ev damlarında gizlice şarap içmeler, hiç durmayan bir macera arayışı, king crimson, eloy, grateful dead dinlemek, pink floydu kesinlikle karanlıkta dinlemek, salak olmaktan korkmak, ama bayağı da salak olmak, birbirini ardına okunan kitaplar, sabahlara kadar telefonda konuşmak, anket yapmak, komik skeçler hazırlayarak şovlar yapmak... İşin aslı hayata biraz daha maruz kalmak, biraz daha keşifli bir ruh hali, sınırları zorlamak ve çok ama çok daha az korkarak yaşamak.<br />
<br />
Tüm bunları tekrarlamak çok anlamlı olmayabilir haliyle, ama dediğim gibi en azından bu tür hisleri yaratacak yeni şeyleri keşfetmekten çok da korkmamalı insan. Geçmişi tekrar yaşayamasan da, gençlik kafasını ara ara hatırlamak iyi olur, yerinde olur. Yeni yıl gelmiş olsaydı iyi bir yeni yıl kararı olabilirdi bu.<br />
<br />
Biraz didaktik konuştum galiba, ama bu yaşta da bu kadarı doğal olsa gerek.</div>
Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-63026578459687924132011-09-05T14:33:00.000+03:002011-09-05T22:31:12.438+03:00Tatil Güncesi 2011-III<span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;">Tatil sonunda bitti. Her tatil gibi, biraz "artık hayatıma geri döneyim" (ne bok varsa), biraz "yaa bitiyor bi son denize gireyim" söylenmeleriyle, biraz da yeni öğrenmişlikler ve deneyimlerle donanmış olarak nihayete erdi. Tatillerin sadece yorgunluğu atma, yan gelip yatma ve bol bol dinlenmeden ibaret olduğunu düşünmüyorum. Özellikle benim gibi alışkanlıklarına bağlı insanlar için, alışkanlıklar dışında bir hayatı kurgulama, ondan zevk almaya çalışma ve bol bol gözlemleme yeri olduğuna da inanıyorum çokca. Bunların yanı sıra rutin hayatın alışılageldik uyarıcılarının dışında bir dolu yeni ve farklı uyarıcıya ev sahipliği ettiği için de beyinsel olarak aslında epey de yorucu bir zaman dilimi tatil...</span><br />
<div>
<span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div>
<span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;">Son 17-18 senedir sevgiliyle ve arkadaşlarla tatil yapan biri olarak, bu bol aileli tatil benim için değişik, çok keyifli, bir yandan serin bir deniz kadar rahatlatıcı, bir yandan da bol uyarıcılı ve yorucuydu. </span></div>
<div>
<span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div>
<span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;">Öncelikle bizim aileyi tanımayanlar için kısa bir ön bilgi vereyim, nesiller boyu kapalı bir komünite içinde evlenilmiş olunmasından dolayı belki de, ailenin her ferdinde dehşet verici bir iddia ve rekabet DNA'sı mevcut. Bu iddiaların zaman kavramını bile zorladığını da söylemek lazım. Örnek vermek gerekirse, Gönül Yazar'ın yaşı ile ilgili iddia 20 senedir, kimin en iyi para maçı yaptığı meselesi 36 senedir, <span class="Apple-style-span" style="font-size: 15px; white-space: pre-wrap;">Fener-Galatasaray rekabeti ise sittin senedir devam etmekte (bu noktada ben 3-4 yaşlarındayken, halamın ve eniştemin GS-FB konusunda iki koldan tam saha yaptıkları presden ve sonunda eniştemin beni "kuzenini bir daha asla göremezsin tehtidiyle Galatasaraylı yaptığından bahsetmeden de geçmeyeyim). Bir de ezelden beri devam eden "kim en acı yiyebilir" iddiası var ki, söylenenlere göre 80'lerde babam ve eniştem hastanelik olmuşlar. Eniştem babamın yıllar içinde defalarca acıdan ağladığını ama hep yemeye devam ettiğini söyler. Yalnız sanırım eniştem bu iddiadan artık çekildi. </span></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;"><span class="Apple-style-span" style="font-size: 15px; white-space: pre-wrap;"><br /></span></span><br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrH7pHBXZdSzpSkDo5qEXrWJPovj44sBe76ioXTMh1BBgVkzdVQqtHrDzIzgbPEDGFlReDmAVFFNkGASiOeSwyY8nyU_GNn4-xMY0hVHP1QAftpmUBjt06WY6zrrqhyP018dYD/s1600/paramaci.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="149" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrH7pHBXZdSzpSkDo5qEXrWJPovj44sBe76ioXTMh1BBgVkzdVQqtHrDzIzgbPEDGFlReDmAVFFNkGASiOeSwyY8nyU_GNn4-xMY0hVHP1QAftpmUBjt06WY6zrrqhyP018dYD/s200/paramaci.jpg" width="200" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Babam ve Eniştem para maçı yaparken</td></tr>
</tbody></table>
<span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit; font-size: 15px; white-space: pre-wrap;">Bütün bu iddia ve rekabet hadiselerinin centilmenlik kuralları içinde cereyan ettiğinin sanılmasını istemem. Mevzu iddia ya da rekabet olunca her daim alay etme, küçümseme, dalga geçerek aşağılama unsurları son derece ön plandadır. Bu alay etmelere yine DNA'yla beraber doğuştan gelen bir dirençle göğüs gerilir, bazılarımızın biraz daha az dirençli olduklarını da eklemek lazım.</span><br />
<div style="background-color: transparent;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;"><br />Bu insanlık dışı davranışlar en çok da, benim annemin genlerinden ötürü asla parçası olamadığım, kart oyunlarında ortaya çıkar. Bu oyunlarda büyük kuzen yenilmez olduğu iddiasıyla, halam çamura yatmasıyla, eniştem de kendi işine gelmeyen kartı ortaya atanları aşağılamasıyla ünlüdür. Tatilde ise bermuda üçgenlerinin girdabına zavallı küçük kuzeni de alarak, ondan da bir canavar yarattıklarına bizzat şahit oldum. Hikaye şöyle: Ergen kuzen, büyük kuzen, ve halam 3-5-8 oynamaktadırlar, ergen kuzenin kafasının ve gözlerinin %80'i facebook'ta, %20'si de oyundadır ve halamın deyişiyle "laubalilikle" oynamasına rağmen en iyi eller ona gelmekte ve halam da buna çok içerlemektedir. Kağıtları 16şar dağıtması gerekirken, kağıtlar 15 çıkınca, ergen kuzen bana kumpas yapıyorsunuz diyerek oyun masasını terkeder. İlerleyen ellerde halam diğer oyuncuların ellerine bakmak, büyük kuzen de koz değiştirmek konusunda yaptığı hamlelerle oyunu sabote ederler. Herkes birbirine hakaret eder, kavga dövüş oyun biter ve herkes birbirine küser ve ertesi akşam bu kumpanya bırakılan yerden aynen devam eder.</span></div>
<div style="background-color: transparent;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div style="background-color: transparent;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;">Bahsi geçen bu kadınların ne kadar rekabetçi olduklarını biraz daha iyi anlamak için, başka bir rekabet alanına, misal sosyal medyaya bir göz atalım. Sanırım bu noktada aşağıdaki resim yeterli olacaktır. </span></div>
<div style="background-color: transparent;">
<br /></div>
<div style="background-color: transparent;">
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiugLLVDEHO54KEbYuzflgEn44SkPUAuK4lnoSiZfN9O8rfzIvy6MG9wVVqDHu97-nD6KwegZXEPL5EezCudT4Xro1sfJXBBZPCb5WZFJvQDXjun8ENVf2bcKL-rUU-O_14K8cB/s1600/4sqr.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="236" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiugLLVDEHO54KEbYuzflgEn44SkPUAuK4lnoSiZfN9O8rfzIvy6MG9wVVqDHu97-nD6KwegZXEPL5EezCudT4Xro1sfJXBBZPCb5WZFJvQDXjun8ENVf2bcKL-rUU-O_14K8cB/s320/4sqr.jpg" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><div style="text-align: left;">
Foursquare üzerinde ezeli rekabet</div>
</td></tr>
</tbody></table>
<span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;">Sayemde tanıştıkları foursquare'de, yaşını burda belirtmeye iznim olmayan halam yürüyüş yaptığı yol üzerindeki her yere, vefakar bir anne olan büyük kuzenim kendi evinden 10 km ötede olan bizim eve her gece gizlice, ergenliğinden beklenmeyecek kadar hin olan küçük kuzenim ise sahte mekanlar yaratıp oraya check-in yaparak komik ve bir o kadar da tuhaf bir yarış başlattılar ki belki ben de yarışta geri kalmamak için geceleri tuvalete kalktığımda, köşedeki taksi durağına gizlice check-in etmiş olabilirim tatil boyunca... Halam yeni bir blog yazısı geldiğini öğrenince, "lütfen 3 gün öncesine kadar 1. olduğumu yazmayı ihmal etme" diye rica etti. Ricasını kırmayıp bunu da burdan ilan etmiş olayım. Tabi kendisinin mayor olduğu yerlere biz check-in edip de mayor kotasından fazla puan almayalım diye check-in etmemişliği de var, böyle de bir stratejik yaklaşım söz konusu.</span></div>
<div style="background-color: transparent;">
<span style="background-color: transparent; color: black; font-family: inherit; font-size: 11pt; font-style: normal; font-variant: normal; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><br /></span></div>
<div style="background-color: transparent;">
<span style="background-color: transparent; color: black; font-family: inherit; font-size: 11pt; font-style: normal; font-variant: normal; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Tatilimizin spor alanındaki rekabet ve iddia faaliyetlerinden en çarpıcısı, bundan yaklaşık 30 sene önce, üstünde yelkene benzer en ufak bir bez parçası olmayan kıçtan motorlu bir teknecik sahibi olan eniştem, bir ara yelken kullandığını iddia eden, ama hiç kimsenin görmediği ve inanmadığı amcam ve bir-iki yaz haspel kadar yelken ve katamaran dersleri almış olan ergen kuzenim arasında geçti. Katamaranı en iyi kendinin bildiğini düşünen bu 3 insan bir gün katamaran yapmaya çıktılar. Üstlerinde 2 gün önce üstünde güneşlenen insanların da olduğu bir sala bindirmiş olmanın ezikliği ya da utancı malesef yoktu ve hiç olmamıştı. Hala en iyi katamaranı onlar yapmaktaydılar, ve bir hocaya dahi ihtiyaçları yoktu. Bu 3 baş bilenin katamaran macerası da haliyle 3 başlı olmaya mahkumdu. Anlatılana göre flokda durana, ana yelkeni tutan talimat verir, en çok bilen olmasına rağmen ergen kuzenin küçük diye başı ezilir, onun söylediğine eniştem hayır öyle değil böyle der, eniştemi amcam sallamaz ve bütün bu iktidar savaşı içinde alabora olması fizik kurallarına göre neredeyse imkansız olan katamaran, alabora olmaya yüz tutar... Ve işin tuhaf tarafı bu 3 kişinin 3 ü de karaya çıktığında kendinin haklı olduğundan nerdeyse emindir...</span></div>
<div style="background-color: transparent;">
</div>
<div style="background-color: transparent;">
</div>
<div style="background-color: transparent;">
</div>
<div style="background-color: transparent;">
</div>
<div style="background-color: transparent;">
</div>
<div style="background-color: transparent;">
</div>
<div style="background-color: transparent;">
</div>
<div style="background-color: transparent;">
</div>
</div>
<div style="background-color: transparent;">
<span class="Apple-style-span" style="font-size: 15px; white-space: pre-wrap;"><span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;"><br /></span></span></div>
<div style="background-color: transparent;">
<span style="background-color: transparent; color: black; font-family: inherit; font-size: 11pt; font-style: normal; font-variant: normal; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Spor alanındaki bir diğer enstantane hep beraber denize girdiğimiz esnada, beraber aheste aheste dubalara doğru yüzdüğümüzü sanarken, kafamı çıkarıp etrafa baktığımda, "yendim seni" çığlıkları duymamdı. "Lan noluyoruz" filan derken, aile efradının büyük kuzenle beni yarıştırdığını anladım. "Ne yarışı, yüzüyorduk güzel güzel" dememe kalmadı, hoop bu defa gerçek bir yarışın içinde buldum kendimi. Huzurla girilen bir "akşam üstü denizi" daha rekabetin yorucu kolları tarafından sarılmıştı birden. Yarışı <b>kendi irademle</b> kaybedip karaya çıktığımda halamı bana nanik yaparken, kuzenin kocasını da "işte şampiyon" diye tezahürat yaparken buldum. Hayat bazen gerçekten zor olabiliyordu tatilde.</span></div>
<div style="background-color: transparent;">
<span style="background-color: transparent; color: black; font-family: inherit; font-size: 11pt; font-style: normal; font-variant: normal; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><br /></span></div>
<div style="background-color: transparent;">
<span style="background-color: transparent; color: black; font-family: inherit; font-size: 11pt; font-style: normal; font-variant: normal; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">Babamla eniştemin çıktığı uzun yürüyüş sonrası, eniştemin koşup halama babamın nefes nefese kaldığını yetiştirmesi (ki babam ısrarla kardiyo yaparken ağızdan sesli nefes aldığını söylüyor), amcamla eniştemin bitmek bilmeyen kim daha iyi park eder yarışları (ki bu arada en iyi parkeden benim ailede) ve diğer bir sürü ufak tefek iddia konusu, bizi deli, komik ama bir o kadar da eğlenceli bir insan güruhu haline soktu elbette. Bu yarışa çok dahil olmayan yengem, annem, en küçük kuzen, büyük dayı ve büyük yenge, kuzenin eşi gibi insanlar da ara ara resme girerek kah seyirci, kah şakşakçı, kah provokatör oldular.</span><br />
<span style="background-color: transparent; color: black; font-family: inherit; font-size: 11pt; font-style: normal; font-variant: normal; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;"><br /></span><br />
<span style="background-color: transparent; color: black; font-family: inherit; font-size: 11pt; font-style: normal; font-variant: normal; text-decoration: none; vertical-align: baseline; white-space: pre-wrap;">"Yorgunluk sadece bunlardan mı" derseniz, elbette ki değil. Aile söz konusu olunca bir dolu vicdan, duygu sömürüsü, abartı sanatı, kızgınlık, kırgınlık da olmuyor değil. Herkes herkesi çekmek zorunda olduğundan, bu duygulardan bazıları yorgan altına, bazıları da tepkiyle birbirinin suratına atılıyor ve ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi devam edilebiliyor. Herşeye rağmen, nerdeyse ful kadro aileyle geçirdiğim bu tuhaf, renkli, eğlenceli ve yorucu tatil, kış gününde her şeyiyle vücudu saran ılık bir battaniye kadar güven ve huzur verici, yaz günü içilen buz gibi limonata kadar rahatlatıcı ve keyifliydi. Ve işte bu yüzden dönüp baktığımda diyorum ki: Yine olsa yine yaparım, yine giderim, yine o iddiaya girerim.</span></div>
<div>
<div>
<span class="Apple-style-span" style="font-family: inherit;"><br /></span></div>
<div>
<br /></div>
</div>
Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-26997151655567014372011-08-29T11:21:00.012+03:002011-08-30T19:11:41.833+03:00Tatil Güncesi 2011-II<div style="text-align: center;">
<br /></div><div style="text-align: center;">
<br /></div>Tatilde günler tembel tembel akıp gitmeye devam ediyor. Evi 2 ergen kuzenle paylaşmanın getirdiği değişik tecrübelere gark oluyorum. Zavallı ebeveynlerimizin çile içinde geçen yıllarını minnet duygularıyla anıyorum. Ergenle zaman geçirmek gerçekten başka bir seviyede sabır ve dirayet gerektiriyor. Söz konusu ergenle iletişim olunca iyi bir canbaz olmak, gerektiğinde kırk takla atabilmek ve en karanlık zamanlarda bile morali hiç bozmamak gerekiyor. Karanlık zamanları biraz olsun gözünüzde canlandırabilmek için, "acıktınız mı" kadar basit bir soru sorduğunuzda bile hiç cevap gelmediğini, sürekli oflayıp poflayan iki çocuğu mutlu etmeye çalıştığınızı ve söylediğiniz her şeye ama her şeye ters bir laf yetiştirildiğini, hatta laf sokulduğunu hayal edin. Böyle bir dünya gerçekten karanlık olabiliyor. Bir de küfür olayı var tabi, oraya girmek bile istemiyorum. <div><div><div>
<br /></div><div>Bu ahval ve şerait içinde ev temizlemeye karar vermenin başlı başına bir deneyim olduğunu söylemeliyim. Aşağıdaki resimden de görülebildiği üzere zorlu bir challenge söz konusu olan.</div><div>
<br /></div><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjtM3MkIL_Ak3q9Qya53C5Bpb1L3RqfwhknyRqDCpD9h5kBhLKzeybimQrF7VWvzdge-kmt5ixyVI_9j512ak5DSdjyrn1t1QhT_nxMLAH3j_L0nndPtfC7Vg_EhVR-0dbvnZPZ/s320/ergen2.jpg" style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 222px; height: 166px;" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5646642921794066578" />Ev temizlemek kadar kapsamlı bir proje için gençleri önce motive etmek, sonra koordine etmek ve işe koşmak gerekiyor ki, işe koşmak kısmı deveye hendek atlatmaktan kesinlikle daha zor, deveye hiç hendek atlatmamış olmama rağmen iddia ediyorum... Bir yandan da ergen dünyasında rüşvetin işe yaradığını da keşfetmiş durumdayım, bazı şeyleri para teklif ederek yaptırmak, "yapmazsan döverim, ağzına patlatırım" demekten daha etkili olabiliyor, zaten ergen denen ırk tehdit ve şiddete kesinlikle bağışıklık kazanmış durumda. Ne kafalarına bir şey fırlatmak ne de tehdit etmek, bu ırka istediğini yaptırmaya yetiyor. </div><div>
<br /></div><div>Yöntem her ne olursa olsun söylenenle, söylenen şeyi algılayıp tepki vermeleri, sonra da harekete geçmeleri arasında en az bir 20 dakika geçiyor, o yüzden ergenle yaşamda zaman planlama çok mühim ve kritik bir hal alıyor. Misal sabah kahvaltısından sonra gazete keyfi yapmak ve ergeni gazete almaya göndermek istiyorsanız, ergeni uykusundan "haydeee gazete almaya" diye bağırarak ve mümkünse sarsarak uyandırmanız ve başını daha sabahtan ezmeniz gerekiyor ki aksi takdirde gazeteyi akşam yemeği esnasında okumak zorunda kalmayasınız.</div></div><div>
<br /></div><div>Sonuç itibariyle bu koşullar altında ev temizleme projesi için girdiğim zorlu mücadeleden alnımın akıyla çıkmış olmanın haklı gururunu yaşıyorum. Yukardaki resimden aşağıdakine geçişin dikenli yollarını aşıp bu zafer bayramında yeni bir zafer kazanmış olmanın ılık mutluluğuyla, önümüzdeki günlerde devam etmek üzere diyorum... Esen kalın</div><div><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg58mnnl9RxFxKjS3kKOQV8KUlJgPVebTbRI8Bfr8B_skjz3JL05No0hIGF5KdNjlaTPwGi2ExoSW3U6Oe1sTbplEe_Ujr7cvK6h0AjSWyA4yNhY9cYAKveVSdUBz-ArWYDMolM/s320/320219_10150288533557476_625137475_8249865_2154305_n.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5646655294720276562" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 238px; height: 320px; " /></div><div>
<br /></div><div>
<br /></div>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-63177034184644356862011-08-27T13:15:00.004+03:002011-08-30T19:08:45.670+03:00Tatil Güncesi 2011-IBu blogu takip edenler geçen sene babanem, halam ve kuzenle yaptığımız komik tatili hatırlarlar. Bu sene tatilin babanemli versiyonunu bir gün arayla kaçırdım. Hem de babanenin yanında bir de anane bonusu vardı ama o seviyedeki komikliğe bu sefer malesef yetişemedim ve yine aileyle ama farklı bir ekiple yeni bir tatile başladımç. Bu seferkinde farklı olan sadece babanemin eksikliği değil tabi. Aradan geçen bir senede o kadar çok şey oldu ve o kadar çok şey değişti ki, geri dönüp bakınca geçen sene gerçek bile gelmiyor. Bu değişikliklerin arasında en müthiş olanı ise, geçen sene bize yasak olan otoparka girmek için kullandığımız <a href="http://buralarieskidendutluktu.blogspot.com/2010/08/aile-boyu-tatil-ii.html"> hamile kartı</a> nı kullanmamızı sağlayan küçük bir mucize...Adı Erim... <div>
<br /></div><div>Hikayenin başını, Erim'in doğuş hikayesini bilenler Erim'le beraber tatil yapabiliyor olmanın gerçekten de ne kadar mucizevi olduğunu anlamışlardır zaten. Bilmeyenler için özet gerekirse, geçen sene, tam da bugün, doktorlar daha doğmamış Erim'in yaşama şansı olmadığını ve 7 aydır annesinin karnında büyümeye çalışan minik şeyin güneş ışığını bir kere bile göremeden alınmasının daha doğru olacağını buyurmuşlardı. Bu ihtimali duydudukları anda reddeden anne-babası Erim'in dünyaya gelip yaşaması için o kadar savaştılar ki, adı da "müjde" anlamına gelen bu minik mucize doğduğu andan itibaren hem onlar hem de ailenin geri kalanı için inanılmaz değerli bir küçücük cancık oluverdi. </div><div>
<br /></div><div>Tabi söz konusu bizim aile olunca bu "değerli" olma mevzunun ne kadar bokunun çıkabileceğini de belki yine bu blogun takipçileri tayahhül edebilirler belki. Bir örnek vermek gerekirse, Erim hergün tam kadro bir koro eşliğinde yemeğini yiyor, ve bu koro ancak sevdiği şarkıları söylerse yemeğini bitiriyor. Koro performansını gerçekleştirdikten sonra yine ful kadro olarak banyoya gidiliyor ve bu kez farklı bir repertuar eşliğinde kutsal tartma işlemi gerçekleştiriliyor. Bu işlem günün moodunu belirleyen çok önemli bir mevzu. Erim tartı üstündeyken kazara işeyip ya da son yediği lokmalardan birini kusarsa (ki bu onun en azından 100 gr kaybetmesi anlamına geliyor) annesinde korkunç bir moral bozukluğu oluşuyor ve bir sonraki öğün Erim'in daha da iştahla yemesi için Michelin yıldızlı bir şefin yazdığı yemek kitabından daha da besleyici ve çekici bir yemek seçilip, yemek korosunun söyleyeceği şarkı repertuarı tekrar bir düzenleniyor. </div><div>
<br /></div><div>Abarttığımı mı düşünüyorsunuz? Daha neler, bizim ailede abartı yoktur! </div><div>
<br /></div><div>Bu seneki ekip (farklı mekanlara dağılmış ve arada gelip gidenler olsa da) daha geniş olduğu için daha da komik maceralar bizi bekliyor olmalı diye düşünüyorum... Önümüzdeki günlerde devam etmek üzere...</div>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-46411065552659753912011-08-17T23:20:00.004+03:002011-08-27T13:14:52.798+03:00Efkar yağmurlarıRen Nehri'nin kenarında bir kasaba otelinde, yağmur sonrası serinliğinde, otel odası melankolisinde ojelerim yarı çıkmış efkarlı bir halde oturuyorum. İnsanın neden orda olduğunu, neden bu tuhaf hayat yaşadığını bilemediği anlardan biri. Aklıma her giren şey efkarlandırıyor. Babamı düşünüyorum efkarlanıyorum, sevdiklerimi düşünüyorum efkarlanıyorum, "kısa boylu olmak ne güzel, insan kendini çocuk gibi hissediyor" diye bir sevinçli bir cümle geçiyor içimden, çocukların sevmeye kıyamadığın masumiyeti geliyor aklıma, yine efkarlıyorum. Anlaşılan bundan kaçış yok. Madem öyle dibine vuralım...Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-31786762639079282942011-08-06T23:51:00.002+03:002011-08-07T00:00:55.615+03:00Siz Ruhi Bey Nasılsınız?Sizi anlamayı sizi sevmenin bir parçası yaptım. Sizi severek acınızı içime kattım. Sizi severek kendimden uzaklaştım. Şimdi size söyleyemediklerim var, söylemekle sayıklamak arasında bir yerlerde bekleşiyorlar. Sizi anlarken arttırdım, arttırırken azaldım. Azaldıkça sizi anlamaktan uzaklaştım. Konuşurken gözlerinize bakamadım. Oysa gözleriniz olmadan yapamam bilirsiniz. Ruhi Bey, beni de sever misiniz?<script src="http://sonific.com/widgets/js/ca1eade0dcdb88581bf4cbeab9a1edcfaeda8a12/blogger" type="text/javascript" charset="utf-8"></script>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-82228476135293648042011-06-19T11:59:00.020+03:002012-06-17T13:17:32.342+03:00Babalar ve Kızları<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
1 ile 5 yaş arasındaki neredeyse tüm anılarım babama dair... Tüm çocuk kahkahalarımın, tüm hayranlıklarımın, tüm oyunlarımın içinde babam var. Neden bu anıların çoğunluğunda babamın olduğu bu yazının konusu değil, ancak babamın benim için ne anlama geldiği tam da bu yazının konusu...<br />
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div>
Babama dair ilk duygum/düşüncem onun kudretli, harikulade bir büyücü olduğu... İnsan üstü güçleri olan bu baba her gece yatağımın baş ucuna gelip, havadan uçup gelerek ustalıkla ağzıma giren küçük bir parça çikolatanın ardındaki esrarengiz güçtü. Her gece usanmadan sorardım, "yaaa babacım, sen mi atıyorsun çikolatayı", o da "ben değil büyücü atıyor" diye cevap verince hiç sorgulamadan inanırdım. Biraz büyüyüp 4-5 yaşına geldiğimde, sıkı bir saklambaç oyununa sardırmıştık beraber. Saatler süren ve babamın asla oynamaktan sıkılmadığı oyunda, babam saklanınca, bir türlü onu bulamayıp nerede saklandığını sorduğumda beni çekmeceye saklandığına inandırmıştı. Sıra bana geldiğinde kendimi çekmeceye sokmaya çalışırken bulurdum. Giremediğimde ise kendi kendime cevabım hazırdı... Babam büyücüydü, tabi ki herşeyi yapabilirdi, benim yapamamam normaldi...</div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div>
Daha da büyüyüp okula başladığımda babama mevsimleri sormaya başlamıştım. O zamanlar Accuweather filan da yoktu hayatımızda. Yarın kar yağıp, okul tatil olacak mı? 23 Nisan töreninde yağmur yağacak mı? Verdiği yanıtları bir saniye bile sorgulamamıştım. Yavaş yavaş büyücüden Tanrı'ya giden bir yola girmişti babam benim için.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
İlk ergenlik yıllarımda babamın insan olduğunu farketmemle beraber korkunç bir kızgınlık bürüdü içimi. Artık ders çalışmak yerine TV seyretmeme kızan, yemek istemediğim kerevizi zorla yediren bir baba figürü vardı hayatımda. Bana ısrarla "insanlara hayır demeyi öğren" diyordu. Üstelik kar yağacak dediği günlerde kar yağmıyordu (evet o yaşta da hala sormaya devam ediyordum). "Babamın aslında ne kadar haklı olduğunu sonraları anladım" filan demeye çalışmıyorum, sadece babasına bu kadar hayran bir kız çocuk olarak bu kızgınlık evresine girebilmiş olmaya şaşıyorum. Benimle olan ilişkisinde yaptığı her şeye o kadar çok kızıyordum ki, işin tuhafı onun da bu yeni durumu sindiremediğini, bocalayıp üzüldüğünü de görüp, daha da çok sinirleniyordum. İnsandı işte, kudretsiz bir insan! Ergenle, hele benim gibi fazlasıyla baş belası bir ergenle başetmek gerçekten insan üstü bir güç gerektiriyordu kesinlikle.</div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div>
Liseye geldiğimde ise çok yakın bir dostum, bazen kızıp kavga ettiğim ama ne olursa olsun bana korkunç inanan, her şeyiyle bana güvenen, destek olan, hep bana taraf olan bir babam vardı. 16 yaşında "arkadaşlarımla tatile gidiyorum" dediğimde, yine tarafını benim yanımda tutmuştu. O ve ben, gitmemem gerektiğini düşünen bütün diğer aile fertlerine karşıydık...Bu taraflık hali çok uzun yıllar devam etti. Genel geçer normların dışında kalan tüm eylemlerimde tek desteğim, bana tek güvenen insan hep babam, hep babam oldu.</div>
<div>
<script charset="utf-8" src="http://sonific.com/widgets/js/ca1eade0dcdb88581bf4cbeab9a1edcfaeda8a12/blogger" type="text/javascript">
</script><br />
<div>
<br /></div>
</div>
<div>
18-19 yaşlarında ilk erkek arkadaş darbesini yediğimde, ağlamaktan sırılsıklam olmuş yatağımın</div>
<div>
başucuna gelmişti yine... Bu kez büyücü olarak değil, sonsuz özel bir baba olarak... "Seni hep sevecek, hep yanında olacak bir erkek var" hayatında deyip göz yaşlarımı dindirmişti. </div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div>
Babam kişiliğiyle, iddiasıyla, babalığıyla hep farklı, hep aykırı bir adam oldu. Bense büyüyüp çocuk renkliliğimi yitirdikçe onu sorgular oldum. Neden aykırı, neden bunu yapıyor, niye hayatı zorlaştırıyor? Biliyorum ki, tüm bu sorgulamalarım yüzünden onulmaz pişmanlıklar yaşayacağım bir gün...İşte bununla hiç başedemiyorum.</div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div>
Zamanla, ölümle, insanların zamana karşı kaybettikleri yarışla ilgili meselelerim olduğu ortada, Bu meselelerin en büyüğü ise babamın bu yarışçılardan biri olması karşısında duyduğum kızgınlık. Ergen yıllarımdaki kızgınlığa benzer, babamın yaşlanıp bütün ona atfettiğim tanrısal özelliklerinin her birini yavaş yavaş yitirdiğini, ya da aslında hiç sahip olmadığını görmek içimde korkunç bir isyana yol açıyor. Gizli gizli sigara tüttürmesi, duygularıyla başa çıkamayıp aşırı tepkiler vermesi, duygularını dillendirememesi, konuşmadan iletişim kurmaya çalışmasına çok kızıp, sonra aynı zayıflıkların hepsine sahip olduğumu, babamın da en az benim kadar insan olduğunu görmek tuhaf duygular uyandırıyor.</div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div>
<div>
İşte tüm bu tuhaf duyguların içinde en büyük aymazlığım babamın ne kadar özel, ne kadar muhteşem bir insan olduğunu hatırlamadığım anlardadır, babamın insan olmasını hala hazmedeyip ona ergen tepkileri verdiğim günlerdedir, ona bir türlü her şeyimle kendisini ne kadar sevdiğimi söyleyemeyişimdedir. Bu yazıyı yazıp, ona okutacak yetişkinliğe bile sahip olmayışımdadır.</div>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bu babaların suçu mudur, evlatların mı hala çözebilmiş değilim ancak babayla olan ilişkide bir türlü büyüyemek, içinde yanan tutuşan ergen çatışmalarla hala babaya kızmak sanırım bana özel bir durum değil. Neyse ki bütün bu çatışmaların hiçe indirgendiği bir hal de var, o da koşulsuz, mutlak, enginler kadar büyük sevgiyle babayı sevme hali...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5619899699582190978" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjVlrKFxckIwJf8odzS-GnyplM9xmqTEICG7fXhD5ktvOo-EaTcbsLfvMyIAHcSGncrHYj05ch-LWSa4P7kqODLeaVPW-0Evd0DRkhzoLUPiwOQE0qpHLq_xMvY7eMNpK00UBIb/s320/babam+ve+ben.jpg" style="cursor: hand; cursor: pointer; display: block; height: 166px; margin: 0px auto 10px; text-align: center; width: 222px;" /></div>
<div>
<span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"> <span class="Apple-style-span">Belgrad Ormanı, 1979</span></span></div>
<div>
<span class="Apple-tab-span" style="white-space: pre;"><span class="Apple-style-span"><br /></span></span></div>
<div>
Babama baktığımda ölümsüzlüğü öyle çok istiyorum ki, çok istersem evrenin bana yardım edeceğini düşünmek, babamla beni hiç ölmediğimiz bir uzay boşluğunda sonsuza kadar salınarak tutmasını istiyorum. Ben, Belgrad ormanın'daki o bankın üzerindeki kadar küçük; O, bankın yanına oturmuş göle bakar hali kadar genç, elele tutuşmuş, zamanın içinde huzurla donalım istiyorum.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Tüm babalara sevgiyle...</div>
</div>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-28645038057385897402011-03-26T14:32:00.008+02:002012-03-03T13:20:11.760+02:00Kainat Yaprak Gibi Kat Kat<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
Çook uzun zamandır yazılmaya blogu tekrar canlandırma zamanı... En son Ağustos sonunda yazmışım. Bu böyle; artık çok da sorgulamamak lazım. Yaz bayar, içimi sıkar, kış gelir, depresyona sokar, bahar gelir ve benim kısa ömrüm başlar. Tekrar iyi, tatlı, sevgi dolu biri oluveririm. Taa ki yazın sonları yeniden yaklaşıp, kısır döngüm başlayana kadar. O yüzden Ağustos sonunda susup, Mart sonunda konuşmaya başlamam sadece normaldir.<script charset="utf-8" src="http://sonific.com/widgets/js/ca1eade0dcdb88581bf4cbeab9a1edcfaeda8a12/blogger" type="text/javascript">
</script><br />
<div>
<br /></div>
<div>
Ağustos'dan bu yana, aradan geçen zaman çok devrimci gözükmese de geri dönüp baktığımda yine ölümler, yine doğumlar, kahkahalar, hüzünler, çabalar, çabalamalar, sosyallikler, yalnızlıklar, kararlar, hırslar, bezginlikler son 6 aya dizilmiş durumda. Kısaca hayat...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Son 6 ayda olan olup biten önemli ya da dönüştürücü hadiseleri buraya yazma niyetim yok. Yazmaya çalışsam da altından kalkamam, kendime sinirlenirim, kayıt tutma derdiyle sayfalara sığmam, o yüzden gerek yok diyelim ve bu aralar (bu da son 6 ayın eseri) kitap klübümüzde okuduğumuz bir kitapla devam edelim.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Evet bu sefer ki kitabımız Ahmet Hamdi Tanpınar'dan "Saatleri Ayarlama Enstitüsü". Hala buluşup kitap üzerinde konuşamadık o ayrı (siz bu satırları okurken kahvelerimizi ve konyaklarımızı yudumlarken-kitap klüplerinde sadece kahve ve konyak içilebiliyor-bu tuhaf kitap hakkında konuşuyor olacağız büyük ihtimalle) ama yine 3-5 satır bir şeyler karalamak istedi canım. Hem bana da idman olur. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bu, yıllardır övgüsünü duyduğum, baş yapıt olarak değerlendirilen, "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" adındaki kitap, son zamanlarda okuduğum en tuhaf şeydi. Bu tuhaflığın bir Boris Vian, ya da Kurt Vonnegut tuhaflığına denk olmadığını ya da bizarre akımıyla da pek alakası olmadığını söylemeliyim. Tuhaf bir kurgusu olan, giriş ve gelişmesinin birbirine girdiği onlarca sayfanın sonunda bir anda sonuçlanan, yazarın alay mı ettiğini yoksa tam tersine hiç bir şeyle alay etmeyip her şeyi çok mu ciddiye aldığını bir türlü anlayamadığın bir kitap.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
SAE bir yandan yazıldığı zaman için uygun kaçsa da zamanımızın ruhuyla okunduğunda basmakalıp betimlemelerden ibaret modernleşme eleştirisiyle iç sıkan, grotesk türk filmlerinde yer alan içki içip hunharca danseden zengin ama zalim sosyete basmakalıbı kadar bayık anlatımları içeren, ancak bir yandan da Türkçe'nin yazılmış belki de en güzel cümlelerine ev sahipliği yapan, nereye oturtacağını bir türlü kestiremediğin bir kitap.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Kitap belki de kafa karışıklığının tarihte tezahür etmiş en güzel hali. Yazarın bir türlü karar veremediği, ne demek istediğinin anlaşılmadığı öyle çok mesele var ki...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Kitabın baş kahramanı Hayri İrdal, ezik, silik ve çekicilikten uzak bir karakter mi yoksa bütün sahteliklerin ortasında duran sahici ve samimi, dürüst bir insan mı?</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Kitabın şatafatlı bir diğer karakteri Halit Ayarcı şarlatanın önde gideni mi yoksa insan tabiatının en derin detaylarını sökmüş, işini bilen, kendine güvenli bir lider mi?</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Hayat acılarına rağmen olduğu gibi mi yaşanmalı yoksa yaşandığı gibi mi olmalı (Böğk)</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ve bu kitap aslında fazla uzun bir öykü mü yoksa hakkını veren bir roman mı? İşte belki de yazarın bile bilemediği bu soruların cevaplarını az sonra tartışmaya gidiyorum. Giderken de ıslık çalıyorum.</div>
</div>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-32771188076280341132010-08-21T12:08:00.004+03:002010-08-21T23:22:09.519+03:00Aile Boyu Tatil-III<p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; widows: 2; orphans: 2"><span style="color:#000000;"><span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;"><span style="font-style: normal"><span style="font-weight: normal">Geçtiğimiz günlerde aile boyu tatil yapmaya devam ettik. Ailenin 4 ferdi de kadın olunca günlerin çok da pürüzsüz geçmediğini kabul etmek lazım. Hem bizim ailenin beklenti skalasının biraz yüksekte olmasından hem de ortamdaki östrojen fazlalalığından kaynaklanan bir müşkülpesentlik bulutu içinde günler geçiyor. Plajda en iyi koltuklar, lokantadaki en iyi masa, Bodrum'daki en iyi yemekler, Türkiye'deki en iyi gün batımı gibi hedefler peşindeyiz devamlı. Kazara bir şey beklentilerin bir çıt altında ya da ortalama kalitede olursa, "iğrenç, rezalet, bok gibi" lafları havada uçuşmaya başlıyor. Biri diğerinin istediği birşeyi beğenmezse ya da istemezse de yine aynı sıfatları hatta daha ağırlarını kullanarak orayı boka batırmak suretiyle karşısındakini isteyip isteyeceğine pişman ediyor. Mütemadiyen şu tipte konuşmalar cereyan ediyor.</span></span></span></span></span></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; widows: 2; orphans: 2"><br /></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; widows: 2; orphans: 2"><span style="color:#000000;"> <span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;"><span style="font-style: normal"><span style="font-weight: normal">"denize 'hebele'den girelim mi bugün" </span></span></span></span></span></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;"><span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">"Nee hebele mi, bi defa orası iğrenç bi yer, denizi çiş kokuyor, yemekler korkunç kötü, oraya gideceğime halk plajında denize girer, pideciye giderim daha iyi, zaten babanen de dönünden geçerken hiç beğenmemişti hebeleyi. " (evet bişeye bok atarken cümle içinde bir yandaş kullanmak da çok makbul)</span></span></span></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; widows: 2; orphans: 2"><br /></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;"><span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">Tatilin 3. günü mesela çok estiğini bildiğimiz bir beach'e gittik, fakat malesef deniz biraz ılık ve yemekler de normal çıktı. Akşam dönüşte herkes oranın ne kadar iğrenç bir yer, denizin sidik kıvamında, yemeklerin de berbat olduğunu söyleyerek çok rahatladı. Yine o günün akşamında Gümüşlük'te balık yiyelim dedik, ama çok da kazık olmasın diye oranın en iyisi diye bilinen Mimoza'dan vazgeçmek zorunda kaldık. Sonuç olarak deniz kenarında cici sayılabilecek bir lokantada yedik ama ordan çıkarken yine balık rezalet, mezeler ortalama ve ambiyans da vasattı bizim için. Ama yanlış anlaşılmasın lütfen biz böyle çok mutluyuz.</span></span></span></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; widows: 2; orphans: 2"><br /></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;"><span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">Ancak tabii ki de bu grupta memnuniyetsizliğin kraliçesinin babaanne olduğunu belirtmeye gerek yok. Tatilin 4. günü kaldığımız sitenin plajından denize girdikten sonra babaannemi akşam 6.30 gibi yukarı çıkardık. Hem biraz o dinlensin, hem de biz biraz "haydi kalkın artık" nidaları olmadan keyif çatalım diye...Akşam 8'de biz mojitoları devirirken, babaanem “saat 9 oldu nerde kaldınız diye” aradı. 1.5 saat evde kalmaktan çook sıkılmıştı ve ne büyük talihsizlik ki ertesi gün bütün günü evde geçirmek zorunda kalacağı bir şey başına geldi. </span></span></span> </p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"><br /></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; widows: 2; orphans: 2"><span style="color:#000000;"><span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;"><span style="font-style: normal"><span style="font-weight: normal">4. günün sabahında babaannem kalktı ve kalkar kalkmaz bir çığlık attı. </span></span></span></span></span><span style="color:#000000;"><span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;"><span style="font-style: normal"><span style="text-decoration: none"><span style="font-weight: normal"> Dizi davul gibi şişmiş ve ağrıyordu. “Ben bugün denize girmiycem evde kalıcam” dedi. Böyle birşey söylediğine göre durum çok kritik olmalıydı. Babaanemin dizine buz, yanına da voltereni koyarak dışarı çıktık. Denize girmeden önce eczaneye uğrayalım dedik, deyiş o deyiş. Kendimizi bir alışveriş merkezinde şuursuzca alışveriş yaparken bulduk. Babaanemin yanımızda olmamasından faydalanarak kendimizden geçercesine alışveriş yapıyorduk, arada bir “hadi gidelim geç kaldık” sesleri duyuluyor ama kimse kendini alışverişin büyülü dünyasından çıkaramıyordu. 3. saatin sonunda, bu kez de kuzen sıcaktan fenalaşınca geri döndük, biraz da denize girip eve geldik. Merdivenlerden eve doğru çıkarken birden kapı açıldı, ve “Allah'ım içime doğdurdu sizin geldiğinizi, ruhsal bunalım geçiriyorum, kendimi dışarı atacaktım tam” diyen bir babaanne kapıda bizi karşıladı. Evde yalnız kalmaktan (bir-iki saat) kafayı yemiş ve “Allah bana acıdı, Allah beni iyileştirdi” gibi abartılı ruhani cümlelerle dizin artık ağrımadığını bize bildirdi. Fakat diz hala oldukça şişti, bu sebeple evde kalmasının daha iyi olacağını ima ettiğimiz saniyede babanem çoktan içeri gitmiş ve üstüne akşam yemeği kıyafetlerini geçirmişti bile. Hayatımda hiç onu bu kadar hızlı hazırlanırken görmediğimi söyleyebilirim.</span></span></span></span></span></span></p><p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; widows: 2; orphans: 2"><span style="color:#000000;"><span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;"><span style="font-style: normal"><span style="text-decoration: none"><span style="font-weight: normal">Babaannem o akşam gittiğimiz hoş ve şık lokantayı yemekleri berbat bularak, menüde de köfte ve şehriye çorbası olmamasından dolayı ağır sözlerle eleştirdi. O kadar vasat bir lokantaymış ki, yemeklerden midesi bulanmış. O bunları söylerken hepimiz dünyaya kimden geldiğimizi hatırladık. </span></span></span></span></span></span></p>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-64130948493816475532010-08-16T20:10:00.004+03:002010-08-17T00:51:11.555+03:00Aile Boyu Tatil-II<p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;"><span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">2. gün uykumdan tiz bir arya ile uyandığımı sandım. Aryanın oldukça yüksek frekanslı bir sese sahip babaannemin çoktan uyanmış ev ahalisine anlattığı hikayeler olduğunu farketmem pek uzun sürmedi. Kalkış, denize giriş ve kahvaltı sekansı gayet pürüzsüz ve iyi gitti. Bir gün önce sıcaktan öğlen ve akşam olmak üzere birer kere tansiyon düşmesi, baş dönmesi ve baygınlık yaşamış, hem de ortamda bir adet hamile ve bir adet yaşlı varken ve onlar da turp gibi takılırken bunu yaşamış olduğum için adım çürüğe çıkmış ve şahsıma gösterilen saygıyı tümden yitirmiştim. Kahvaltıdan önce denize giderken babaannem "senin bünyen zayıf, kahvaltı etmeden denize giriyosun, yine fenalaşma" dediğinde ne vahim bir halde olduğumu anladım. 25 haftalık hamile kuzenime kimse bişeycik demiyo ama bana sürekli laf geçiriliyordu. Kahvaltı öncesinde markete gitmek istediğimi söyleyince de halam benle dalga geçti, “sen market yolunda ölüp gidersin” dedi</span></span></span></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;"><span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">Kahvaltı sonrasında büyük bir aile faciasına yol açan “babaanneme laptop alınıp, internet bağlanması” hususu açıldı. Babam laptop alınmasına büyük şerh koymuş ve bunu engellemek için elinden geleni yapmıştı ama tabii ki zafer babaannemin olmuş ve laptopu da internerneti de elde etmişti. Bu hususla ilgili konu açılınca, babaannem “kimse benim hürriyetime karışamaz, karışanı silerim” diye bir hönkürdü. Kuzenle beraber panik içinde konuyu kapamaya çalıştık. Bu ilk çıkış, o gün yaşayacaklarımızın küçük bir habercisiydi adeta.</span></span></span></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;"><span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">Denize gitmeye sıra geldiğinde, kaldığımız siteye ait ama sadece orda ev sahibi olanların arabayla girebildiği bir plajı denemeye karar verdik. Ev sahibi olmamamıza rağmen, hamile ve yaşlı kartını oynayıp, en azından plaja yakın bir yere kadar arabayla gidebilmeyi umuyorduk. Hakkaten de bir hamile, bir 86lık, bir de çürük yumurtadan oluşan, ve sadece bir adet tam sağlıklı bireye sahip (halam) talihsiz bir gruptuk. Plajın kapısına geldiğimizde oldukça komik sahneler yaşandığını tahmin edebilirsiniz. Kapıdaki adamı görünce planladığımız gibi, hemen kartımızı oynadık; adam kartımızı gördü ve arttırdı, “Kusura bakmayın kimseye ayrıcalık yapamıyoruz, emir böyle”. Sonra zavallı görevli adam 4 kadının, 4 koldan uyguladığı ısrarcı baskılara dayanamayıp müdürünü aradı, ararken de durumuzu teyit etmek için aynı zamanda şöför olan halama sorular sormaya başladı:</span></span></span></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;">“ <span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">Şimdi arabada bir hamile, bir de yaşlı var değil mi”</span></span></span></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;">“<span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">Evet</span></span></span>”</p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;">“ <span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">Müdürüm, arabada bir hamile, bir de çok yaşlı.... kaç yaşındaydı hanım”</span></span></span></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;">“<span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">86”</span></span></span></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;">“ <span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">Arabada bir 86 yaşında hanım, bir hamile, bir... siz kaç yaşındasınız hanfendi”</span></span></span></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;">“<span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">50” </span></span></span><span class="Apple-style-span" style="font-size: medium; ">(Halam nedense burda hiç anlamadığımız bir şekilde yaşını küçültmeyi uygun gördü, oysa gerçek yaşını söylese, elimiz güçlenecek ve belki de istediğimizi elde edebilecektik ama hayır! Ne olursa olsun gerçek yaş asla söylenmemeliydi)</span></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;">“<span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">Şimdi amirim, arabada bir hamile, bir çok yaşlı, bir de yaşlı” (50 demesine rağmen yaşlılıktan kurtulamayan talihsiz halam) “ bir de genç var...arabayla içeri girmek istiyorlar. Anladım efendim, peki, ileticem”</span></span></span></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;"><span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">Sonuç: </span></span></span> </p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;"><span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">-İstediğimizi elde edemedik.</span></span></span></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;"><span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">-Hamile/yaşlı kartının sadece belediye otobüslerinde, o da bazen, geçerli olduğunu da bir kez daha anlamış olduk</span></span></span></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;"><span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">-Canı pahasına da olsa gerçek yaşını söylemeyen halam sayesinde gülmekten geberdik.</span></span></span></p> <p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"> <span style="color:#000000;"><span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">Akşam olunca babaannem yemek masasında bana, "ben seni buraya getirdim, sen beni başından atmak istiyorsun" dedi durup dururken. Afalladım, oysa ben sadece iyi misiniz, hoşnutsuz gözüküyorsunuz gibi sorular soruyodum tam da. Büyük ihtimalle, bir önce yazdığım blog yazısını halamla kuzenim okurken görmüş, "ne okuyorsunuz" diye sorduğunda iyi kıvıramamaları sebebiyle kendiyle ilgili şeyler yazdığını anlamış olduğu için bunun hıncını çıkarıyordu. Zaten o yazıyı okuyamayınca, beni “merak etme ben sana dersini veririm” diye uyarmıştı... Herhalde akşam ders vermeye karar vermiş olacak ki, bayağı bi esti coştu... </span></span></span></p><p align="LEFT" style="margin-bottom: 0cm; font-style: normal; font-weight: normal; widows: 2; orphans: 2"><span style="color:#000000;"><span style="font-family:Georgia, serif;"><span style="font-size:100%;">Belli ki maceramız ilginç günlere ve olaylara gebe. Heyecanla izlemeye devam. </span></span></span> </p>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-84705238363499586732010-08-16T14:25:00.004+03:002010-08-16T18:14:50.916+03:00Aile Boyu Tatil Notları-I<div style="text-align: center;"><br /></div><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhPXxdPJ634QXMz7-Wxa7600Hj8Zx9PyKY__sj9F5NT8yNVc8Qpkf5wM3tVXxJkxZQWHO93_xi5S4h8Fhti64teHnFEoXX1BMryzxWfTQZMOoZAaXZPMrTQJYxnXXqFWwJKB59/s1600/babane.jpg"></a>Haziran, Temmuz geçmiş, Ağustos gelmiş, bir türlü tatil yapamamıştım... İstanbul'da süregelen Dubai sıcakları yüzünden cinnetvari belirtiler göstermeye başlayınca da atlayıp Bodrum'da tatil yapan kuzenim ve halamın yanına gitmeye karar verdim. Ancak bu kararın bir bedeli vardı, o da 86 yaşındaki babaanneyi, beraberinde götürmek... Babaanne de 86 yaşına rağmen her saniye seyahat ve tatil hayalleri kuran biri olduğu için, benim Bodrum'a gideceğimi duyduğu anda kızı ve diğer torununun yanına rezervasyonunu yaptırmıştı bile, dolayısıyla kaçışı olmayan bir misyonum oluvermişti birden. "Ne var canım, yaşlı bir insanı sevindirmişsin işte" diyenler olabilir, bunu babaannemi ve onun diğer seyahat maceralarını bilmemelerine veriyorum. Babaannem, bir seyahatinde oda arkadaşına kızıp, arkadaşının minibardan yürüttüğü içecekleri bizzat görevlielere ihbar etmiş, bodrumda yaşayan kardeşinin evinde tatil yaparken, kardeşinin 75 yaşındaki karısına Anadolu gelini muamelesi yaparak, burası benim evim sen git diyebilmiş, başka bir (tek başına yaptığı) uçak seyahatinde ise kendisine rahat etsin diye getirilen tekerlekli sandalyeyi getiren görevlinin başına çalmış ve bağırıp tepinmek suretiyle sandalyeye binmeyi uçağın kapısına giden 500 metrelik yolu 45 dakikada yürümek pahasına da olsa reddetmiş bir kimsedir.<script src="http://sonific.com/widgets/js/ca1eade0dcdb88581bf4cbeab9a1edcfaeda8a12/blogger" type="text/javascript" charset="utf-8"></script><div><br /></div><div>Neyse, sahip olduğum bu ön bilgiler yüzünden biraz gergin, biraz da "bakalım n'olcak" diyerek merak eder bir şekilde geçtiğimiz Pazar günü babaannemi evinden alıp havalimanına avdet ettik. Sorunsuza yakın bir yolculuktu diyebilirim. Tek problem babaannemin bitmek tükenmek bilmeyen bir ısrarla bavulları taşımaya yardım etmek istemesiydi. Sıcak ve ısrarın etkisiyle biraz sabrımı kaybetmiş olabilirim itiraf ediyorum. </div><div><br /></div><div>Pazar günü öğle vakti, İstanbul sıcağını özletecek bir sıcaklığa sahip Bodrum'a hasıl olduk. Havaş'ın otobüsünden inince, ben panik halinde "aman kadın sıcaktan ölecek, bayılacak, hadise çıkacak" filan diye, babaannemi klimalı bi pastaneye oturtup, bir de limonata koydum önüne. Tek derdim babaannem sıcaktan bayılıp kalmasın, sağ salim eve varalım. Sonunda sıcaktan afallamış bir şekilde halamın ve kuzenimin kaldığı eve geldik. "Allah'ım bu sıcakta nasıl yaşayacak bu kadın, hayallah kuzen de hamile, çok sıcak n'apıcaz, sıçtık" filan derken hoop benim tansiyon bi düştü ve 2.80 uzandım yere... Ben böyle sıcaktan ayılıp bayılır, bi yandan kafama su döküp, bi yandan da önüme getirdikleri tuzlu ayranı içmeye çalışırken göz ucuyla babannemi gördüm. 86 yaşındaki babaannem keyifle 4. böreğini mideye indiriyordu. </div><div><span class="Apple-style-span" style="color: rgb(0, 0, 238); -webkit-text-decorations-in-effect: underline; "><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhPXxdPJ634QXMz7-Wxa7600Hj8Zx9PyKY__sj9F5NT8yNVc8Qpkf5wM3tVXxJkxZQWHO93_xi5S4h8Fhti64teHnFEoXX1BMryzxWfTQZMOoZAaXZPMrTQJYxnXXqFWwJKB59/s320/babane.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5506025977102732738" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 227px; height: 222px; " /></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="color: rgb(0, 0, 238); -webkit-text-decorations-in-effect: underline; "><br /></span></div><div>Bol babaanne dolu tatil maceralarımızı burdan naklen izleyebilirsiniz...</div><div><br /></div><div><br /></div><div><br /></div><div><br /></div><div><br /></div>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-67804198463370444242010-05-23T17:37:00.012+03:002010-05-23T20:14:45.843+03:00KöpükBugün köpeğim öldü. Onunla beraber benim de bir parçam öldü. Bana ve aileme insan hayvan diye ayırmadan her canlıyı koşulsuz sevmeyi öğreten, hayatımın en güzel yıllarını paylaşıp, beraber büyüdüğüm güzel Köpük'üm artık bizimle değil. <div><br /><div>1995'in Aralık ayı boyunca günlerce önünden geçip ne yapacağımı bilemez halde minik yüzüne bakmıştım. İstiklal Caddesi'nde pis suratlı bir adam hepsi avuç için kadar yavru köpekler satıyordu. Kar lapa lapa yavrucukların üstüne yağarken, bu adam da insanların duygu sömürüleri üzerine oynayıp yavruları satmaya çalışıyordu. Adamla kavga etmem işe yaramıyordu çünkü her geçişimde orda olmaya devam ediyordu. Sonra sulukarlı bir günde, yine İstiklal caddesi'nden geçerken, adamın elinde son yavrunun kaldığını gördüm. Bembeyaz, sürme gözlü, sürme burunlu dünyalar güzeli minicik yavru köpeğimi işte o adamın elinden bir anlık bir kararla almaya karar verdim.</div><br /><div>Sıra evde hayvan beslemeye son derece karşı olduğu yetmiyormuş gibi, köpeklerden tiksinen ve korkan annemi ikna etmeye gelmişti. Elimde beyaz güzellikle eve vardığımda tahmin ettiğim gibi sert rüzgarlar esti. Adını Köpük koyduğum minnoşla beraber çatı katındaki odama kapandık. Yerlere gazete kağıdıyla döşeyerek çişe ve kakaya karşı önlem aldığımı sanmıştım. Ne kadar da salakmışım. Yavrumun çişi kakası gazete kağıtlarını delip geçip halının en derin noktalarına nüfuz ediyordu. </div><br /><div>Veteriner "çok küçük, anne kalbinin sesini duyması gerek" dediği için, kalbime bastırarak uyuyordum geceleri. Henüz dışarı çıkamayacak kadar küçük olan Köpük'ün mütemadiyen odama yaptığı çiş ve kaka henüz beni yeteri kadar afallatamamıştı ama bir sabah uyandığımda gördüğüm manzara bunu ziyadesiyle becerdi. Uyandığımda yatakta Köpüş ve ben dışında 2 tane 1er metre uzunluğunda yaratık yatmaktaydı. Veteriner parazit dökeceğini söylerken buların 1er metre uzunluğunda olacağını söylemeyi unutmuş olmalıydı. </div><br /><div>Annemler aşağıda, biz yukarıda odada, biraz sancılı da olsa, beraberce mutlu mesut takılıyorduk. Yavru kuşum gittikçe büyüyordu. İlk havlamasını, aşağıda annemlerle yemek yerken duyduk. Onu da yanımıza almamızı istiyordu. Sonra bir gün kendini bir basamak aşağı attı. Kendinden 3 misli büyük olan basamaktan gözünü karartıp kendini atması sonsuz komik bir manzaraydı. İkinci basamağı denerken kucağıma alıp yerine koydum. </div><br /><div>Sonra Köpük, kendini anneme o basamakları iner gibi yavaş yavaş sevdirdi ve evin her köşesine kendi bayrağını dikerek (Köpek dilinde bu çiş oluyor) egemenliğini ve bağımsızlığını ilan etti. Her gün yukardan aşağı yuvarlanarak iniyor ve evin her yerinde oyun oynuyordu. Annem 2 sene boyunca "ne zaman gidecek" diye sordu, sonra pes etti.</div><br /><div>Minik, beyaz ve pofidik Köpüş büyüdükçe tam bir oburcuk oldu. Bu kadar çok yiyebilmesine ve yedikçe daha da fazlasını istemesine hepimiz çok şaşıyorduk ama gerçek kapasitesini bir türlü tahmin edemiyorduk, taa ki yine bir sabah uyanıp mutfak masasının üstünde duran bir kazan dolusu irmik helvasının bittiğini görene kadar. Evdeki herkes birbirini suçlarken, bizim Köpük bir köşede yalanıp, bir patisiyle şişmiş göbeğini sıvazlıyordu. </div><div> </div><div></div><div></div><div>Yazlıkta bizi kimse tanımaz ama Köpük'ü herkes tanırdı. Beraber dolaşırken "Köpük akşam pirzola var bekleriz" gibi davetler gelirdi tanımadığımız komşulardan. Boğaziçi'nde bir kedi tarafından meydanda 3 tur kovalanınca da, okulda da benden daha tanınır olmuştu birden. Oturduğumuz mahallede de Köpük'ün ailesi olarak bilinirdik. Bizi takan pek yoktu Köpük varken.</div><br /><div></div><div>Bir gün annem hıçkıra hıçkıra ağlayarak beni arayıp Köpük kayboldu dediği zaman onu ne kadar sevdiğini anladım. Annem telefonda ağlarken Köpük yanımda çok sevdiği fıstıklardan yiyordu. "Merak etme Köpüş benimle" deyince de, annem küfredip suratıma kapadı. </div><br /><div>Beraber okula gittik, tatillere gittik, kamplar yaptık, sahiplerine benzer köpekler konulu haberlere konu olduk. Sonra ben bir gün Amerika'ya gittim ve Köpüğümü geride bırakmak zorunda kaldım. Yazları eve döndüğümde nerde bıraktıysak ordan devam ediyorduk. Beraber uyuyor, oynuyorduk. Köpük hiç kızmıyor, kin gütmüyordu onu bırakıp gittiğim için. Annem o artık senin köpeğin değil deyip kızdırmaya çalışsa da Köpük hep benim köpeğimdi. </div><br /><div>Kanseri, zehirlenmeyi ve mide fesadını dahi yenmiş çok güçlü bir köpekti. Annem genlerinde savaşçılık olduğunu söylüyordu hatta daha da ileri gidip Türkçe bildiğini iddia ediyordu, ama annem kendinin köpekçe bildiğini de iddia ediyordu, ona ne kadar güvenmek doğru olur bilemem. </div><br /><div></div><div>Köpük tüm hınzırlığı, oburluğu, aksiliği ve inatçılığıyla inanılmaz karakterli ve çok akıllı bir kardeşti benim için. Hayatımdaki tüm insanların hayatlarının şu veya bu şekilde bir parçasıydı. Kendimin yaşlandığını en çok onun yaşlandığını görerek anladım. Adını ciyak ciyak bağırmadıysak kafasını çevirmeyecek kadar sağırlaştığında ve yarım metre kadar yaklaşmadıkça tam göremeyecek kadar gözleri bozulduğunda ilk kez net olarak anladım hayatın yaşam ve ölüm denen çaresiz döngüden ibaret olduğunu. Bunu anlamaya ve zor da olsa kabul etmeye doğru beni bir adım daha yaklaştırdığı için bile çok şey öğrenmiş sayılırım Köpüşümden.</div><br /><div>Ölürken yanında olamadım, başını okşayıp, son bir kere yumuşak tüylerine yüzümü dayayamadım, bu beni kahrediyor ama dediğim gibi Köpüğüm bununla bile beni güçlendirmeye, sırada bekleyen acılara karşı hazırlamaya devam ediyor.</div><br /><div>Rahat uyu bebeğim, seni şimdiden çok özlüyorum, acın nasıl dinecek bilmiyorum.<br /><br /><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5474502880385824370" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 240px; CURSOR: hand; HEIGHT: 320px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcGn2V7Mt_AHSL7BUrPIp4ZfUufkXMP0mHvqfuNbpe278NbSPopWtgPZb7_y8xDFNU24Z0Fs7YOuKAfIKPOEfm8is___ecP7nDOn7C63srtN1g5UCZk7Zno1gFx9-pco2ps7yD/s320/k%C3%B6p%C3%BCk.jpg" border="0" /><br /></div><div></div></div>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-6468870016472675072010-04-23T10:57:00.007+03:002010-04-23T12:19:15.789+03:00Sevinin Çocuklar, Öğünün Büyükler<div style="text-align: center;"><br /></div><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMOqqC2U8VwC4kN0A3HiyYp0QLBGY5doMvUtYf8ClxoddsKUvCW16Zh8zAQspFr0pu6n59UuY2NqJJxq4nSTGymORYcgP762vWrHPwVEPrACS1vKQT73fbZY6shyphenhyphenpRC_iIJ2Q_/s1600/ilkokul.jpg"></a><div style="text-align: center;"><br /></div><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrQ9T_ozwl57Ut9aS6qE86nvU6NFjFsKbc1QX_Tm5vrotxU5-bzSCt2DzrI9ZhtIFejfPUnd0tJbO0BVpDWkXaM_54Nw_RTxLlN9CSko2tZ9b3CK_2pLK3-hJQzfe2PNqfFnkd/s1600/ilkokul.jpg"></a>23 Nisan'ları oldum olası severim. Küçükken kutladığımız en abidikgubidik olmayan bayramdı diye herhalde. Gerçi yine bir tören zulmü, bir "yoklama alacağız, gelmezsen disiplin" saçmalığı, böğürerek okunan freak show tadında tören şiirleri, uygun adım marş yürünen tören alayları gibi bir dolu saçmalıkla bezenmiş bayramlardı ama işte ne bileyim, belki ertesi gün de tatil diye, ya da aynı zamanda komşumuz Kazım Amca'nın doğum günü olduğu ve kendi doğum gününde bütün mahalle çocuklarına hediyeler dağıttığı için severdim. Ama çocukluğumdaki en büyük travmaları da 23 Nisan'da yaşadığımı söylemek isterim. Bunlardan biri öğretmen tarafından Osmanlı kadını olmak için seçilmemdi. Aman Allah'ım o ne büyük bir acı, ne büyük bir kederdi. Sınıftaki bütün kızlar Cumhuriyet kızı olurken, ben ve bir kız daha Osmanlı kadını olmuştuk. Neyse ki ben Osmanlı köylüsü olmuştum da, diğer kız gibi çarşaf giymek zorunda kalmamıştım. Bu iğrenç rol için annemle anneannem gereksiz yere sevinmiş, bohçaların içinden anneannemin annesinin şalvarını, ipek başörtüsünü filan çıkarmışlardı. Ucunda ponpon olan zibidi çarıklarından almıştık. Aksi gibi hava da sıcak olmaz mı, bütün tören boyunca herkesin benden nefret ederek baktığına emin olmam yetmiyormuş gibi, bir de ter içinde kalmıştım. Allah'ım neden kırmızı elbiseli, başında seksenler bantı olan bir Cumhuriyet kızı olamamıştım ben.<div><div style="text-align: center;"><span class="Apple-style-span" style="color: rgb(0, 0, 238); -webkit-text-decorations-in-effect: underline; "><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMOqqC2U8VwC4kN0A3HiyYp0QLBGY5doMvUtYf8ClxoddsKUvCW16Zh8zAQspFr0pu6n59UuY2NqJJxq4nSTGymORYcgP762vWrHPwVEPrACS1vKQT73fbZY6shyphenhyphenpRC_iIJ2Q_/s320/ilkokul.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5463259683359281058" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 230px; " /></span></div><div style="text-align: center;"><span class="Apple-style-span" style="font-size: x-small;"> burda (göremediğiniz) yüz ifademden bütün nefret duygularım anlaşılıyor</span></div></div><div><br /></div><div>İşte bilinçli bir şekilde Osmanlı'dan nefret etmem, ilkokul 2'de yaptığımız o törenle başladı. Sonra kitaplarda okuduklarımızla, şerefsiz Vahdettin, basiretsiz Baltacı Mehmet Paşa gibi bir dolu mitle pekişti. Geri dönüp bakınca Althusser'in ne büyük bir adam olduğunu bir kere daha anlıyorum. Eğitim ve devlet ideolojisi arasındaki bağ gerçekten ürkütücü. </div><div><div><br /></div><div>Bir diğer 23 Nisan travması da ilkokul 1'de gerçekleşmişti. "TRT Çocuk Korosu" denen o üstün insanlar topluluğuyla beraber söylemek üzere "İzmir Benim Van Benim, Şeref Benim Şan Benim" adlı şarkının provasını yapmıştık haftalarca. 23 Nisan'da TV'de gözükecektik, hem de TRT Çocuk Korosu'yla beraber!! Ne hazindir ki, TRT'de çekimlerinin yapılacağı gün suçiçeği denen illete yakalanmış, yüksek ateşle yatıyordum. O zamanlar canlı yayın pek popüler olmadığı için 23 Nisan'dan bir hafta evvel kaydedilmişti program, bana da 23 Nisan sabahı göz yaşları içinde, sınıf arkadaşlarımın o caanım şarkıyı söylemesini TV'den izlemek kalmıştı. </div><div><br /></div><div>Geldik bir 23 Nisan'a daha. Sanırım artık, 23 Nisan'lar özel okullarında kıyafet balolarıyla kutlanıyor. Çocuklar Sindirella, Pamık Pirenses, Pokahontas gibi karakterlerin kılıklarına bürünüp, cupcake yiyorlar. Devlet okullarında şiir okunuyor mu hala bilemedim şimdi. Sanki ideoloji de değişti gibi ama...</div><div><br /></div><div>Neyse 23 Nisan Kutlu olsun <span class="Apple-style-span" style=" ;font-family:arial;font-size:small;"><img src="https://mail.google.com/mail/e/814" goomoji="814" style="margin-top: 0px; margin-right: 0.2ex; margin-bottom: 0px; margin-left: 0.2ex; vertical-align: middle; " /></span></div><div><br /></div></div>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-79459625910583699092010-04-11T10:16:00.006+03:002010-04-11T10:29:59.121+03:00Yavrunuz Turist Olmasın<div style="text-align: center;"><br /></div><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8BBvimDNM1aj4IhGO1OaEud1dr9NX4VLdYs8EIwM_0z4Sg29HvNaZzcU28Rsj8zpEdBSp0DSNRcNvUnfBxGHH5PgCkA85iGFX62bnjkRwadnHRAM6m3VZ6zw_WsF4ZZ611P4X/s1600/ninjaturtle.jpg"></a>Bizler şanslı sanılan şanssız çocuklardık. Saçma sapan yarışlara sokularak sözde Türkiye'nin en iyi okullarını kazanmıştık. Hepimiz orta okuldan başlayarak dünyayı değiştirecek, özel yeteneklere ve süper güçlere sahip olan süper kahramanlar olarak yetiştirildik. Liseden mezun olduğumuzda ise artık bir grup "mutant"tık. Üniversitenin ilk senesinde halka karıştığımda "bu insanlar da kim" diye bir sene boyunca ağladığımı hatırlarım. Üniversite'ye alışmak bir sene, halka alışmak birkaç sene aldı. Tam alışıyoruz derken, hop Amerika'lara, İngiltere'lere yollandık. Artık dönüşü olmayan bir yoldaydık. Geri döndüğümüzde nefret suçu, ayrımcılık, "politically correct" vb gibi bu ülkenin sözlüğünde olmayan kelimelerle konuşuyorduk. Sadece birbirimizle görüşebilir, konuşabilir olmuştuk. Gerçek birer ucube olmak üzereydik.<div><br /></div><div>Fakat bizler hiç olmazsa devlet yuvalarına, devlet ilkokullarına gitmiştik. Muz yemenin ayıp olduğu, spor ayakkabı diye bir kavramın bile olmadığı, liberal piyasa etkilerinin "sahip olma" değerlerinin üzerinde henüz hissedilmediği bir dönemde, bir sırada en 2-3 kişinin beraber oturduğu, 50-60 kişilik sınıflarda okuyup, ülkeyi tanıyabilme, anlayabilme fırsatı edinmiştik.</div><div><div><br /></div><div>Şimdi ki orta-üst sınıf çocukları içinse durum çok farklı. Özel okul faunusuna 3 yaşından itibaren giriyorlar. Kutu kutu sitelerde büyüyen bu çocuklar, 3 yaşından itibaren 8 dil birden konuşulan yuvalara gidip, 4 yaşında annelerinin düzenlediği konsept doğum günü partisi yarışında buluyorlar kendilerini. Eğer 6 yaşında bir özel okul velediysen, en az 3-4 farklı konseptte doğum günü partisi vermiş olman, en az bir yabancı dili akıcı konuşabiliyor, bir diğerini de anlayabiliyor olman bekleniyor senden. </div><div></div><div><br /></div><div> Bugünün çocukları, yarının Mahputpaşa'ya yolu düşmüş İsviçre'li turistleri, şaşkın, sudan çıkmış balık misali, elinde bir dolu bilgi ve donanımla ne yapacağını bilmez, çaresiz yabancılarıdır. </div><div><br /></div><div>Burdan anne babalara, en azından yazları çocuklarını Tahtakale'de bir esnafın yanına çırak olarak vermeleri ya da ellerine bir bidon verip pazarda limonata satmaya göndermelerini öneriyorum. Aksi takdirde çocuklarınız önce teenage mutant ninja turtle, sonra da birer yetişkin X-Men olabilirler.</div><span class="Apple-style-span" style="color: rgb(0, 0, 238); -webkit-text-decorations-in-effect: underline; "><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8BBvimDNM1aj4IhGO1OaEud1dr9NX4VLdYs8EIwM_0z4Sg29HvNaZzcU28Rsj8zpEdBSp0DSNRcNvUnfBxGHH5PgCkA85iGFX62bnjkRwadnHRAM6m3VZ6zw_WsF4ZZ611P4X/s320/ninjaturtle.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5458776348864180066" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 110px; height: 127px; " /></span></div><div><div style="text-align: center;"><span class="Apple-style-span" style="color:#0000EE;"><br /></span></div><span class="Apple-style-span" style="color: rgb(0, 0, 238); -webkit-text-decorations-in-effect: underline; "></span><div><br /></div></div><script src="http://sonific.com/widgets/js/ca1eade0dcdb88581bf4cbeab9a1edcfaeda8a12/blogger" type="text/javascript" charset="utf-8"></script>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-39617835672518254932010-03-18T21:25:00.008+02:002010-03-23T13:17:54.362+02:00Tuhafiye III<div style="text-align: center;"><br /></div>Tuhafiye serisini uzunca bir süredir ihmal etmiştim. Kaldığımız yerden devam edelim.<div><br /></div><div>Spor salonları enteresan yerler. Gerçi ortak bir ülkünün etrafında buluşmuş insanların tıkıldığı her türlü mekan enteresan ama spor salonları ayrı bir ilginç. Sınıfsal bir tad, bir doku olduğu için mi desem, soyunma odalarının renkliliği mi desem, bilemiyorum...Ama bu yazımda özellikle soyunma odalarının tuhaf alışkanlıklarından bahsetmek istiyorum. <div><br /></div><div>Türkiye'yi ve bu topraklarda yaşayan insanların oluşturduğu toplumu üç-beş hepimiz biliriz. Muhafazakar ve farklılığa tahammül edemeyen insanlar topluluğu desek yerinde olur. C-NBCE seyreden, misafirlerine şarap ve gouda peyniri ikram eden, Golden Retriever sahibi en batıcı ailelerde bile, misal, ailenin kızının evlenmeden önce cinsel ilişkiye girmesi pek fena yadırganır. Gizlenmeye çalışan ama yine de gayet sıkı bir muhafazakarlık mevzu bahistir her zaman, bu batı sevdalısı ailelerde. Gerçi bir yandan da başka bazı ailelerde çocuk yaştakiler gönüllerince sevişebilsinler diye erkenden imam nikahı kıyılır filan...Muhafazakar olduğumuz kadar, ucube de olduğumuz su götürmez bir gerçek.<div><br /></div><div>Neyse bu tuhaf toplumun tuhaflıkları her yerde ortaya çıkabiliyor. Gittiğim spor salonu bunlardan bir tanesi. Muhafazakarlığı farklı şekillerde de olsa, her sınıfta ayrı ayrı taçlandıran bu toplumun, orta üst sınıfa mensup, spor salonu müdavimleri diye adlandırabileceğimiz bir kesimi, artık nereden gördülerse, soyunma odalarında cıbıl cıbıl takılmayı adet edinmişler. Bahsettiğim cıbıllık, giyinip soyunurken ister istemez ortaya çıkan meme, popo ortamı diil. Bu insanlar cıbıl çıplak saçlarını fönleyen, birbirleriyle muhabbet eden, aynada dakikalarca saçlarını tarayan kadınlar. Aralarında diri popolu, kalkık memeli, manken görünümlü hatunlar kadar, sarkmış koltuk altı ve lömbür bacaklarıyla 70-75 yaşında teyzeler de var. Soyunma odasına her gidişimde, "ya ben de kendi işime bakayım bana ne başkalarından" demek istiyorum ama ortamda istatistiksel analiz yapacak kadar bol malzeme var. Üçgeninden, karesine, kızılından, siyahına türlü türlü ön takım, yayvanından, armuduna, bir sürü popo ve popolet mevcut. İnsan cinsinin bu kadar çeşitli olmasına şaşıp kalıyorum. Biz resimlerden sadece taş kadınların vücutlarını öğrenmiştik oysa ki ve onlarda da pek çeşitlilik söz konusu değildi.</div><div><br /></div><div>Ama konuyu dağıtmayalım... Beni bu kadar şaşırtan bu insanların çeşitliliğinden ziyade, sanki sittin senedir çıplak dolaşmaya alışkınmışçasına rahat tutumları. Hamam kültürüne pek aşina değilim, belki orda da böyle bir ortam vardır, ne de olsa yıkanıyorsun filan, fakat bu insanların da 'tiki spor salonu soyunma odasına' taşıyacak kadar o kültüre aşina olduklarını zannetmiyorum. Hadi diyelim, hamam olayına aşinalar ve o kültürü yansıtıyorlar... Ama ayna karşısında bu kadar öz güvenle anadan üryan bir şekilde saç fönleyebilmek ya da başka biriyle on dakika sohbet edebilmek için, ne bileyim, bi İsveç'te en az 5 yıl kalmış olmak, bi Münih'te Englischer Garten'da nüdistlerle onbeş yoğun gün geçirmiş olmak filan gerek bana göre. </div><div><br /></div><div><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2CHj3DBFOTBZlnB_0n0gfSF0bJqusqJo4GRzAAu5czYo9OGNjRzl4NCV7-i56cd9MkV-ar07VEKa2L3PVwNBf8Jnpb2QH_yTa4fZ_aagAneR37fKfIjyKi90Zz2ibOAIAfvxO/s1600-h/hamam.jpg"><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2CHj3DBFOTBZlnB_0n0gfSF0bJqusqJo4GRzAAu5czYo9OGNjRzl4NCV7-i56cd9MkV-ar07VEKa2L3PVwNBf8Jnpb2QH_yTa4fZ_aagAneR37fKfIjyKi90Zz2ibOAIAfvxO/s320/hamam.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5450058115752839682" style="display: block; margin-top: 0px; margin-right: auto; margin-bottom: 10px; margin-left: auto; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 217px; " /></a><span class="Apple-style-span" style=" ;font-size:x-small;"><div style="text-align: center;"> <span class="Apple-style-span" style="font-size:x-small;">Edouard Debat Ponsan, Masaj, Hamam Sahnesi,1883</span></div></span></div><div><br /></div><div>Şimdi soruyorum...Bu insanlar, bu muhafazakar toplumun fertleri, çıplak takılmayı nereden öğrendiler ve bunu öğrendikten sonra bu özgüveni nerden buldular? Bundan sonra sahip olduğum tüm kaynakları bu soruların cevaplarını bulmaya adayacağım. Bu soruların cevapları çözüldükten sonra, bu tuhaf toplumun şifreleri kırılmış olacak ve "onca darbeye rağmen neden ordu hala en sevilen kurum", "yok efendim, depremden sonra kimse niye ders almadı" gibi gibi sorular artık teferruat olacak. Her şeyi çözmüş olmayı ümidediyorum.</div></div><script src="http://sonific.com/widgets/js/ca1eade0dcdb88581bf4cbeab9a1edcfaeda8a12/blogger" type="text/javascript" charset="utf-8"></script></div>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-7914807683405392532010-02-23T15:57:00.004+02:002010-03-23T13:34:08.211+02:00Cihangir SavoyCihangir Savoy Pastanesi'nde oturuyorum. Etrafta 3 masa; 3'ü de elde avuçta son kalmış Rumlar. Bir masa hararetli hararetli Rumca sohbet ettiği için anlayamıyorum. Diğer iki masa karışık konuşuyorlar, birbirlerini ve aynı zamanda buranın garsonlarını da tanıyorlar. Bir masa Yasin Bey diye garsonu çağırıp, profiterol ve ıhlamur istiyor, diğer bir masa yine ismiyle çağırdığı başka bir garsondan gazete rica ediyor. Gazete gelince de "yaşşaa" diyerek seviniyor. Arada, bir masa diğerine laf atıyor, diğeri kahkahalarla karşılık veriyor. Biri Rumca bir şarkıya başlıyor, diğeri kendi masasından şarkıya eşlik ediyor. O kadar yerliler ki, kendimi yabancı hissediyorum. <div><br /></div><div>Vatan, millet konuları çok karışık. Çok da inanmadığım değerler, ancak insanların yüzyıllar boyunca oturdukları, çocuklarını, torunlarını büyüttükleri, dedelerinin elinden tutup sokaklarında dolaştıkları yere, başka bir deyişle evlerine, yuvalarına vatan demeleri çok yabancı gelmiyor burda otururken. O yeri sahiplenmelerini anlıyor, terketmek zorunda bırakıldıklarında duydukları acıyı içimde hissedebiliyorum. <div><br /></div><div>Feriköy'de ananemin evinde büyürken şekillenen hatıralarımın temel taşları arasında Ermeni komşumuz Madam Eliz'in bana özel reçel saatleri, Madam Şirin'in hamursuzları (hepsinin madam olması ne ilginç), Eleni'nin apartman boşluğunda ciyak ciyak "mamaaa" diye bağırışı, en aşağıdaki komşumuz Sultan'ın evinden usulca sızan Zaza türküsü... Böyle müthiş bir zenginliği koruyamamış hatta yok etmeye çalışmış insanların yönettiği topraklarda yaşamak ne hazin. </div><div><br /></div><div>Bu hoyratlığı sadece Cumhuriyet'e atfedenlerden değilim. Osmanlı zamanında da ayrı mahallelerde farklı hayatlar süren Müslüman ve gayrimüslüm aileler. Çoğunluğun azınlığa kah gavur kah kafir demesi. Müslüman olmayan halkın ödemek zorunda olduğu ağır vergiler.... Bu tekdüzeleştirme, homojenize etme kaygısı farklı sosyo-politik/ekonomik düzenlerin, farklı ideolojilerin ortak derdi tasası olmuş hep. Ne yazık ki, kaybeden ise görünürde değeri bi türlü bilinemeyen azınlıklar, görünenin altında ise toplumun kendisi olmuş. Renkli, zengin, birbirine toleranslı bir toplumu öyle çok özlüyorum ki. Özellikle de bugün, Cihangir'de Savoy'da oturup, bütün Anadolu'nun bir zamanlar böyle olduğunu; farklı dillerin, farklı kültürlerin, farklı halkların bir arada yaşadığı mucizevi bir yer olduğunu olduğunu hayal ederken...</div></div>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-16806882131169713832010-02-19T19:01:00.002+02:002010-02-19T19:40:53.509+02:00Cemre Sevinci<script src="http://sonific.com/widgets/js/ca1eade0dcdb88581bf4cbeab9a1edcfaeda8a12/blogger" type="text/javascript" charset="utf-8"></script>Dedem toprağa düşecek ilk cemreyi en büyük coşkuyla bekleyen insandı etrafımızdaki. Her sene "cemre düştü, düşecek, tamam şimdi düşüyor" diye bir bizi haberdar ederdi ciddi bir bilim adamı edasıyla. Çok da emindi cemreyle beraber havaların ısınacağına ve baharın toprağa değeceğine. Mart'ın kapıdan baktırdığını da söylemeyi ihmal etmezdi tabi. Çook uzun seneler sonra ilk cemre ilk kez onsuz bir dünyaya düştü bugün ve mucizevi bir şekilde baharın adeta habercisi bir günü de yanında getirdi. Dertler, tasalar bir anda unutuldu. İnsanlar sokaklara döküldü. Etraf çay içen öğrencilerle, birbirlerine laf atan esnafla, yolda karşılaşıp keyifli keyifli konuşan komşularla doldu. İlk cemrenin toprağa düşüşü adı konmamış şenliklerle kutlandı.<div><br /></div><div>Dedemin göremediği bu cemreyi ben de kendi çapımda kutladım bugün, yüzümü güneşe döndüm, içimi ısıttım, bi bira içtim ve hiçbişey yapmadan durdum ve kapıdan baktırmayacak bir Mart diledim doğadan.</div>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-36006754.post-71168383286776560412010-02-09T21:58:00.009+02:002010-03-19T10:12:38.433+02:00Kış Nefreti<div><br /></div><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-xoby735F051dsscRRs8PGA0iWrNBoc8-PNS9JbCk2Xf7LymHwCq9C28B-71pwjvnw5tbwia4AfprqRHN4sEPQ_tC_LcTzhNl8ZFEkZi-T8gqgRzlaPOuYBgwh41kf1XOzhSb/s1600-h/k%C4%B1%C5%9F.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 234px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-xoby735F051dsscRRs8PGA0iWrNBoc8-PNS9JbCk2Xf7LymHwCq9C28B-71pwjvnw5tbwia4AfprqRHN4sEPQ_tC_LcTzhNl8ZFEkZi-T8gqgRzlaPOuYBgwh41kf1XOzhSb/s320/k%C4%B1%C5%9F.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5437707797604606162" /></a><div style="text-align: left;">Kıştan gerçekten nefret ediyorum. Depresyona müsait olan bünyenin serotonin eksikliğiyle yorganla yekpare hale gelmesinden dolayı değil sadece. Bütün hastalıkların, kötü haberlerin, her sene hiç sektirmeden Aralık'ta başlayıp Şubat sonuna kadar eksiksiz sıralanmasından veya</div><div><div>bütün canlıların olabildiğince korunmasız hale gelmelerinden, ve yalnız yaşayan yaşlı insanların evden çıkamayıp yalnızlıklarının içinde daha da boğulmalarından duyduğum derin sancı da değil bu nefretin esas sebebi.</div><div><br /></div><div><div>Esas sebep bu ülkeye kış geldiğinde insanların suratlarında bitiveren iğrenç ifade. Ne zaman Kasım'la beraber kış yüzünü göstermeye başlasın, T.C. vatandaşlarının suratlarına düşmanlık, zulüm ve çaresizlik karışımı bir ifade çöküveriyor. Herkes kendi çaresizliğini ve zavallılığını bir diğerini ezerek yok etmeye çalışıyor bu mevsimde. Otuzbirinin son demlerindeki tosun misali, elini hiç kaldırmadan kornaya asılan taksici daha büyük bir nefretle asılıyor kornasına, minibüsçü daha yoğun bir hınçla sürüyor arabasını yayanın üstüne. Yolda yürüyenlerin suratları karanlık, her an saldıracakmışçasına bilenmiş. Her kim bu millet için "efendim sıcakkanlı, misafirperver, duygusal" demişse haltetmiş. </div><div><div><br /></div><div>Gerçi aynı ifade bende de var bu mevsimde. Kış hiç bitmeyen bir PMS benim için. Bilmiyorum başka bir yerde, mesela Amerika'nın medeniyeti ve huzuruyla meşhur New England bölgesinde, tanıyan tanımayan herkesin birbirini bir sıcaklıkla selamlamak zorunda olduğu Pleasantville vari bir kasabada yaşasaydım böyle mi olurdu. Tahminim " o zaman bu kadar ağır geçirmeyebilirdim bu uzun PMS'i" yönünde. Zorlama bir aydınlık ve mutluluğun da gerçeğine yaklaştırdığına inanıyorum zira. Ama her koşulda kışın çok zor ve ağır geçtiği kesin benim için. Gavurlar da dalga geçer gibi isim takmışlar bu hadiseye: SAD, yani Seasonal Affective Disorder. </div><div><br /></div><div>Lafı uzatmadan, kovaların yavaş yavaş balığa dönmeye başladığı, sevgili şaklabanlıklarınin başını alıp gittiği Şubat'ın ortası bu günlerde, Kış mevsimine son bir kez daha seslenmek istiyorum burdan, "sevgili kış, lütfen artık bit, çünkü ben de bittim"</div></div></div></div>Kutad Gubilikhttp://www.blogger.com/profile/00070518192930293150noreply@blogger.com0