Friday, June 29, 2007

neden neden neden

Erkekler hayattan neden korkar?

Gerçekten bilemiyorum. Anneleri tarafından küçük prens olarak yetiştirilmiş oldukları için diye düşünürdüm. (O da etkilemiştir mutlaka). Ya da genetik bir bozukluk. (Anne karnına düştüklerin andan itibaren çetin şartlara daha dayanıksız oldukları da bilimsel bir gerçek) Ya da günü kurtarmak üzerine kurulu bir mekanizmaları olduğu için ( avlandıkları dönemden kalma bir şey)...bilemiyorum. Ama hayatta mutsuz olmaktan korktukları için mutsuz olan, hayatla karşılaşmaktan tırstıkları için hayata başlayamayan o kadar çok erkek çocuk yetiştirildi ki bu dünya üzerinde. Bügün o mutsuzluk ve basiretsizlik bulutunun ağırlığı altında eziliyoruz insanlık olarak. Bunun dünyaya verdiği hasarı düşünmek bile istemiyorum.

Nedir erkeklerin aradıkları? Neyle mutlu olurlar? Ben mutluluklarının şartlardan bağımsız olarak kendi hakkındaki tahayyüllerinde gizli olduğunu düşünüyorum. Kendileri hakkında o dönemde kurdukları hayale ters düşerlerse, mutsuz er kişi vakası vuku bulur.

Hepimizin hayatında kendisine acı çektirmiş sonra gidip başka bi kadınla şıp diye evlenmiş erkekler vardır muhakkak. Eziyet objesi olarak neden seni seçmiştir, sonra o diğer kadına neden nazlanmadan teslim olmuştur hala bilemiyoruz. Diğer kadın kendisini daha mı çok mutlu etmiştir, hayır büyük ihtimalle. Bir teslimiyet ihtiyaçları olduğu da gerçek. Bunu da cebimize koyalım. Belki de nasıl dünyadaki tüm dişi canlılar nesil yetiştirmek için en uygun baba adayını aramak gibi bir güdüyle hareket ediyorlarsa, erkekler canlılar da teslim olabilecekleri (kendisine sonraları tehlike arz etmeyecek) bir dişi arama gibi bir güdülenme içindedirler. Bu arada “hala çok gencim” söylemini de unutmamak lazım. Sorumluluk almak için çok gencim. İlerlemek için çok gencim. En az bu kadar klişe Amerikan filmlerinde karşımıza çıkan “Bırakın beni, ben Amerikalı’yım” repliği vardır herhalde. Hala çok gencim takıntısından hayata başlamayı bir başlangıç değil, bir son olarak görmekteler gerçeğini çıkarıyoruz.

Hikayeyi özetleyecek olursak, süper kahraman olduğunu sanan küçük bir çocuk vardır. Bu çocuk süper kahramanlıktan boşta kalan zamanlarında annesi tarafından paşa oğlum diye sevilmektedir. Çocuk yavaş yavaş büyür ve süper kahraman olamayacağının kısmen farkına varır. Fakat dünya üzerinde hala öyle takılmaya devam etmektedir. Artık karşısında süper olmayan bir dünyada süper kahraman vasıflarından aniden mahrum edilmiş bir madur olarak, sıradan bir insan gibi yaşayıp mutlu olmak gibi bir güçlük vardır. Hiç de süper olmayan bu hadise, kurduğu hayallerdeki kendi imgesini tamamen hiçlemektedir. Bu hal ve durum eğer şanslıysa 15-20 sene devam eder ve otuzlarının sonuna doğru azalrarak kırklı yaşlarda kısmi olarak yok olur. Yok eğer şansızsa bu illeti hayatı boyunca çekecek, sahip olduklarıyla mutlu olamayıp, ne aradığını bilemeyen küçük kart prens olarak, tatminsizliği ve mutsuzluğu andropoz zamanında tavan yapacak ve sapıtmaya varan boyutlara ulaşacaktır.

Tabii ki genellemeler yanlıştır, tabii ki herkes farklıdır, ve tabii ki istisnalar vardır fakat kaideyi bozmazlar. Tıpkı benim süper araba kullanıyor olmamın malesef gerçekten malesef genel kaideyi bozmadığı gibi.

kızmasın kimse, öperim gıdıdan

Tuesday, June 19, 2007

ommm


Eğer bu aralar çekim yasasından en az bir kere bahsetmemiş, quantum düşünce tekniğini bir kerecik olsun denememiş, ve en az 2 kere “the secret” adlı kitaba refere etmemiş isen ey okucuyu, düpedüz yazıklar olsun sana. Neden her kötü şey benim başıma geliyor diye düşüneyim deme sakın, sen zaten en kötüsünü hakkeden sefil bi insansın, insan bile değilsin sen, sen nesin ben bilemiyorum. Neyse efenim herhangi bir şekilde mutsuz olmanın veyahut negatif düşünmenin ahlaksızlığın en önde gideni sayıldığı bu günlerde, bu öğretilerden voliyi vurmuş birtakım insanları gerçekten tebrik etmek lazım. Zira pozitif düşün ki evrendeki bütün pozitif düşünceler koşarak peşinden gelsin diye özetlenebilecek bu abukluklar serisi, görüyoruz ki insanların nazarında çoktan “yasa” mertebesine erişmiş. Geçen gün mesela azar işittim bu yüzden, “Gubilik, çekim yasasına karşı geliyosun” dedi biri bana. Havada yürüyorum sandım birden, yerçekimi yasasına karşı geldiğimi düşünen bir gafil olarak. Ama tabii ki bu çekim o çekim diil, hemen doğrunun farkına vardırıldım. Pozitif enerjiyi çekme yasasıymış bahsi geçen yasa. Global ısınmayla gelen felaketler silsilesi, Filistin’in kendini bölerek imha etmesi, dumandan gittikçe görünmez olan bir ortadoğu, dünyada patlayan terör, daha da ürküterek patlayan devlet terörleri vs vs gibi hiç sona ermeden uzayan upuzun bir listeyle pozitif düşünerek pozitif bir dünya oluşturduklarına inanmak suretiyle alay eden bu insan grubu giderek büyüyor...Eskiden ben de pozitif düşünceye inanan masum bi insancıktım ama bu şahane dikteler sayesinde tiksinir oldum. Pozitif düşüneceğim varsa bile içimden gelmiyor. Din halkın opium’udur diyen bir düşünüre selam gönderip, herhalde dünyanın geldiği son durumda hiç bir dinin yetemeyeceğini hatta durumu daha da boka sardıracağını farkeden gizli örgütlerin, CIA’in filan çıkardığı palavralar olsa gerek bunlar diye düşünmeden edemiyor insan. Bir yandandan da Scientology, Illuminati dedikoduları... Her ne tarikatın ya da gizli örgütün halt yemesi ise, bakalım ne kadar sürecek bu komedya...? Belki de hakikaten "son mutlu olma çırpınışları"dır insanlığın. Beklemedeyiz.

Monday, June 18, 2007

Bu son, söz

Hiç kaçırmadan seyrettiğim Bindirbir Gece adlı başyapıt beni şaşkınlıklara gark etmeye devam ediyor. Geçenlerde yayımlanan bilmemkaçıncı bölümünde de dehşetengiz sahnelerle karşılaştık külliyen. Mesela, Şehrazat, o bakirelik yemini etmiş mürebbiyeler gibi saçını ortadan ayrılarak sımsıkı toplanmış bir şekilde karşımıza çıkan Şehrazat, o da ne saçını açmış, kah dalgalı fön çektirerek, kah duştan sonra tarayarak düz olarak kullanmaya başlamış. Mesaj açık ve net; panelist tarzı konuşmasından asla ödün vermeyerek ne kadar güvenilir ve prensipli bir insan olduğunu seyircinin kafasına vura vura anlatan, kara gecenin aktörlerinden Onur Bey ile izdivaç kararı alarak, namısını temizletmiş ve bu suretle artık daha normal bir insan gibi davranabilme icazeti almış halkından. Gerçi bana düzenli olarak seks yapmaya başladığı için rahatlamış gibi geldi ama neyse. Bu arada efsane diziden bomba replikler gelmeye devam ediyor.

Bomba I- “Napiim Şehrazatcıım, Harvard’da biz Türk öğrenciler sürekli birlikteydik.” (Ben sana Harvard’a gidemezsin demedim, adam olamazsın dedim yavrum...bknz. padişah ve oğlu hikayesi)

Bomba II- “Hahayt Abuzittin Bey siz dürüm yer miydiniz?” (gerçek sahne adını hatırlayamıyciim için üzgün olduğum abuzittin bey zengin olduğu için dürüm yememeli diye bir önyargısı var senaristin, yerse de sushidürüm yemeli yiğidim.

Bomba III- “Mr.Brown’ı aradın mı Keremciim.” (Bu noktada senaristlerin net t...k geçtiklerini anlıyoruz, yok eğer geçmiyorlarsa vakit kaybetmeden biz onlarla geçiyoruz.

Bomba IV-“Tarabya’da çok harikulade bir italyan restoranı açılmış. Adı Botticelli, harika ravyoli yapıyorlar, ravyoli sever misin ravyoli?” ( Bunu söyleyen daha önce dürüm yer misiniz sorusuna maruz kalan ve heyecanla yediğini belirten Abuzittin Bey, şimdi kendisinden en az 30 yaş genç sarışın hatunu yatağa atmak için ravyoli ayağı çekiyo. Kusmuk kıvamına az kaldı sayın seyirciler. Burjuva olmak için ravyoli yenir diye ezber yapmış senaristlere allah akıl fikir versin der, Botticelli’yi de zavallı gündemlerine alet ettikleri için kendilerine ayrıca teessüf ederek sözlerime son veririm . İtalyan lokantasının adı vaffankulo olsaymış keşke, daha bi italyan, hem seyirci hıyar nasolsa, anlamaz.