Monday, August 29, 2011

Tatil Güncesi 2011-II



Tatilde günler tembel tembel akıp gitmeye devam ediyor. Evi 2 ergen kuzenle paylaşmanın getirdiği değişik tecrübelere gark oluyorum. Zavallı ebeveynlerimizin çile içinde geçen yıllarını minnet duygularıyla anıyorum. Ergenle zaman geçirmek gerçekten başka bir seviyede sabır ve dirayet gerektiriyor. Söz konusu ergenle iletişim olunca iyi bir canbaz olmak, gerektiğinde kırk takla atabilmek ve en karanlık zamanlarda bile morali hiç bozmamak gerekiyor. Karanlık zamanları biraz olsun gözünüzde canlandırabilmek için, "acıktınız mı" kadar basit bir soru sorduğunuzda bile hiç cevap gelmediğini, sürekli oflayıp poflayan iki çocuğu mutlu etmeye çalıştığınızı ve söylediğiniz her şeye ama her şeye ters bir laf yetiştirildiğini, hatta laf sokulduğunu hayal edin. Böyle bir dünya gerçekten karanlık olabiliyor. Bir de küfür olayı var tabi, oraya girmek bile istemiyorum.

Bu ahval ve şerait içinde ev temizlemeye karar vermenin başlı başına bir deneyim olduğunu söylemeliyim. Aşağıdaki resimden de görülebildiği üzere zorlu bir challenge söz konusu olan.

Ev temizlemek kadar kapsamlı bir proje için gençleri önce motive etmek, sonra koordine etmek ve işe koşmak gerekiyor ki, işe koşmak kısmı deveye hendek atlatmaktan kesinlikle daha zor, deveye hiç hendek atlatmamış olmama rağmen iddia ediyorum... Bir yandan da ergen dünyasında rüşvetin işe yaradığını da keşfetmiş durumdayım, bazı şeyleri para teklif ederek yaptırmak, "yapmazsan döverim, ağzına patlatırım" demekten daha etkili olabiliyor, zaten ergen denen ırk tehdit ve şiddete kesinlikle bağışıklık kazanmış durumda. Ne kafalarına bir şey fırlatmak ne de tehdit etmek, bu ırka istediğini yaptırmaya yetiyor.

Yöntem her ne olursa olsun söylenenle, söylenen şeyi algılayıp tepki vermeleri, sonra da harekete geçmeleri arasında en az bir 20 dakika geçiyor, o yüzden ergenle yaşamda zaman planlama çok mühim ve kritik bir hal alıyor. Misal sabah kahvaltısından sonra gazete keyfi yapmak ve ergeni gazete almaya göndermek istiyorsanız, ergeni uykusundan "haydeee gazete almaya" diye bağırarak ve mümkünse sarsarak uyandırmanız ve başını daha sabahtan ezmeniz gerekiyor ki aksi takdirde gazeteyi akşam yemeği esnasında okumak zorunda kalmayasınız.

Sonuç itibariyle bu koşullar altında ev temizleme projesi için girdiğim zorlu mücadeleden alnımın akıyla çıkmış olmanın haklı gururunu yaşıyorum. Yukardaki resimden aşağıdakine geçişin dikenli yollarını aşıp bu zafer bayramında yeni bir zafer kazanmış olmanın ılık mutluluğuyla, önümüzdeki günlerde devam etmek üzere diyorum... Esen kalın


Saturday, August 27, 2011

Tatil Güncesi 2011-I

Bu blogu takip edenler geçen sene babanem, halam ve kuzenle yaptığımız komik tatili hatırlarlar. Bu sene tatilin babanemli versiyonunu bir gün arayla kaçırdım. Hem de babanenin yanında bir de anane bonusu vardı ama o seviyedeki komikliğe bu sefer malesef yetişemedim ve yine aileyle ama farklı bir ekiple yeni bir tatile başladımç. Bu seferkinde farklı olan sadece babanemin eksikliği değil tabi. Aradan geçen bir senede o kadar çok şey oldu ve o kadar çok şey değişti ki, geri dönüp bakınca geçen sene gerçek bile gelmiyor. Bu değişikliklerin arasında en müthiş olanı ise, geçen sene bize yasak olan otoparka girmek için kullandığımız hamile kartı nı kullanmamızı sağlayan küçük bir mucize...Adı Erim...

Hikayenin başını, Erim'in doğuş hikayesini bilenler Erim'le beraber tatil yapabiliyor olmanın gerçekten de ne kadar mucizevi olduğunu anlamışlardır zaten. Bilmeyenler için özet gerekirse, geçen sene, tam da bugün, doktorlar daha doğmamış Erim'in yaşama şansı olmadığını ve 7 aydır annesinin karnında büyümeye çalışan minik şeyin güneş ışığını bir kere bile göremeden alınmasının daha doğru olacağını buyurmuşlardı. Bu ihtimali duydudukları anda reddeden anne-babası Erim'in dünyaya gelip yaşaması için o kadar savaştılar ki, adı da "müjde" anlamına gelen bu minik mucize doğduğu andan itibaren hem onlar hem de ailenin geri kalanı için inanılmaz değerli bir küçücük cancık oluverdi.

Tabi söz konusu bizim aile olunca bu "değerli" olma mevzunun ne kadar bokunun çıkabileceğini de belki yine bu blogun takipçileri tayahhül edebilirler belki. Bir örnek vermek gerekirse, Erim hergün tam kadro bir koro eşliğinde yemeğini yiyor, ve bu koro ancak sevdiği şarkıları söylerse yemeğini bitiriyor. Koro performansını gerçekleştirdikten sonra yine ful kadro olarak banyoya gidiliyor ve bu kez farklı bir repertuar eşliğinde kutsal tartma işlemi gerçekleştiriliyor. Bu işlem günün moodunu belirleyen çok önemli bir mevzu. Erim tartı üstündeyken kazara işeyip ya da son yediği lokmalardan birini kusarsa (ki bu onun en azından 100 gr kaybetmesi anlamına geliyor) annesinde korkunç bir moral bozukluğu oluşuyor ve bir sonraki öğün Erim'in daha da iştahla yemesi için Michelin yıldızlı bir şefin yazdığı yemek kitabından daha da besleyici ve çekici bir yemek seçilip, yemek korosunun söyleyeceği şarkı repertuarı tekrar bir düzenleniyor.

Abarttığımı mı düşünüyorsunuz? Daha neler, bizim ailede abartı yoktur!

Bu seneki ekip (farklı mekanlara dağılmış ve arada gelip gidenler olsa da) daha geniş olduğu için daha da komik maceralar bizi bekliyor olmalı diye düşünüyorum... Önümüzdeki günlerde devam etmek üzere...

Wednesday, August 17, 2011

Efkar yağmurları

Ren Nehri'nin kenarında bir kasaba otelinde, yağmur sonrası serinliğinde, otel odası melankolisinde ojelerim yarı çıkmış efkarlı bir halde oturuyorum. İnsanın neden orda olduğunu, neden bu tuhaf hayat yaşadığını bilemediği anlardan biri. Aklıma her giren şey efkarlandırıyor. Babamı düşünüyorum efkarlanıyorum, sevdiklerimi düşünüyorum efkarlanıyorum, "kısa boylu olmak ne güzel, insan kendini çocuk gibi hissediyor" diye bir sevinçli bir cümle geçiyor içimden, çocukların sevmeye kıyamadığın masumiyeti geliyor aklıma, yine efkarlıyorum. Anlaşılan bundan kaçış yok. Madem öyle dibine vuralım...

Saturday, August 06, 2011

Siz Ruhi Bey Nasılsınız?

Sizi anlamayı sizi sevmenin bir parçası yaptım. Sizi severek acınızı içime kattım. Sizi severek kendimden uzaklaştım. Şimdi size söyleyemediklerim var, söylemekle sayıklamak arasında bir yerlerde bekleşiyorlar. Sizi anlarken arttırdım, arttırırken azaldım. Azaldıkça sizi anlamaktan uzaklaştım. Konuşurken gözlerinize bakamadım. Oysa gözleriniz olmadan yapamam bilirsiniz. Ruhi Bey, beni de sever misiniz?