Tuesday, July 14, 2009

Geçip giden huuuu, zamanları huuuu, bir yerlerde bulsaam

Hatırlamak insanın “kendi” olmasıyla ilgili çok ilginç bir hadisedir. Ben olmanın, benlik bütünlüğünün bir parçası, bir kesintiye uğramama telaşıdır. Geçmişten bir dilimi aklına getirip onun her gününü hatırlamaya çalışan var mı başka bilmiyorum ama kokusuyla, duygusuyla, sesleriyle hatırlanabilir istenirse mevzu bahis dilim. Genelde bölük pörçük gelmeye çalışır geçmişten salınarak gelen anlar... Beyindeki sessizlik içinde, dilimin zamandaki donmuşluğunun içinden koparak şimdiye kaçmış bir kahkaha çınlar ve sonra yine sessizliğe bürünür beyiniçi, ama bu, kişinin motivasyonunu bozmamalı ve yeterli konsantrasyonla hatırlanmak istenen dilimin kesintisiz olarak da çağırılabileceği unutulmamalıdır. Bu egzersizi uygulamak değişik bir tecrübedir. İçinde bulunulan andan tamamen kopmak ve dilime ait bütün izlenimleri, beş duyunun tüm deneyimlemelerini, duygularını çağırmak gerekir. Bu süreç "Televizyon seyrediyordum, sonra taze çiçek kokusu duyup sağa bakmıştım, fonda hep devam eden duygum duyarlılık acısıydı..."diye beyinde akan bir roman yazmak gibidir adeta. Zevklidir ama çok da tavsiye edilmeyebilir uzmanlar tarafından.

Geçmişe asılan ve unutmamaya çalışarak, geçmişi umutsuz bir çabayla da olsa yaşatmaya çalışan kişilere genelde acınır. Bu kişiler şimdiyi kaçıran, "an"ı yakalayamayan kaybedenlerdendir. Oysa mutluluk guruları tarafından sürekli olarak pohpohlanan, şimdiyi tanımlamak için de kullanılan “an” dediğimiz şey nedir ki? Zayıf, cılız, düşüncelerden ve tortulardan arınmış bir yaşantı parçası.... Oysa geçmiş öyle mi? Zaman içinde daha da oturan/olgunlaşan duygusuyla ağdalı bir gerçekliktir. Ama yitirilmiş bir gerçekliktir bir yandan. Hatta gerçek bile değildir çoğunlukla, aklın oyunlarıyla yeniden şekillenmiş ve kişiliğin labirentli yollarından geçerek değişime uğramış bir meta gerçekliktir. O belki de hiç varolmamış metagerçekliğe erişme çabasıyla geçer bir kısımın ömrü. Ve yine modern dünyanın mutluluk tüccarları tarafından, biraz haklılık payı taşıyan ama çokça da zalim, bir horlanmaya maruz kalır o kısım.

Hatırlamanın yan etkilerinden biri de özlemektir. Özlemek, “ben”in bir parçası olan o zaman diliminin geri dönmeyecek olması, onu hatırlamak ama yaşayamamak, burnunun sızlaması, dilimi geri istemek ama alamamak, ileriye bakmaya çalışmak, "an"a odaklanmak ama becerememek gibi bir yığın iç sıkıntısına sebep olur. Yine sanılır ki, özlenen dilimde var olan "ben" yitmiş, yerine başka bir "ben" gelmiştir. Böyle durumlarda yaşanan özlem duygusunu en iyi, sözcüklerle değil de, burun, göz ve boğaz arasında hissedilen, ılıktan daha sıcak o baskı ile tarif etmek doğrudur. Bu gibi durumlarda 1-özlenen dilimin yine "ben"in ta kendisi olduğu, 2-kişinin dilimle ilişkilendirdiği "ben"den "şimdi"de ayrıştığını sandığı ama aslında kimsenin kendinden ayrışamayacağı ve 3- aslında o "ben"in yine yerli yerinde olduğu 100 kere bir deftere yazılmalı ve günde 3 kere yemeklerden önce ve mümkünse öğünler arasında tekrar tekrar okunmalıdır. Yetmiyorsa yakınlarda olan bir dost/arkadaş vb yakalanıp, "Bana bak o da sensin, bu da sensin, sen kaybolmadın aynı şekilde yaşıyosun şapşalak" dedirtmek suretiyle kafaya dank ettirilmelidir.

No comments: