Sevgili İlhan Berk
Sen gideli tam 27 gün olmuş. 27 ilginç bir sayıdır sen de bilirsin. 3'ün küpüdür mesela. Bugün sana bu mektubu yazmak istememin günüdür aynı zamanda. Elimde "Yüzüklerin "Efendisi"nin bilmemkaçyüzüncü basımıyla bütün çocuk halimle bodrum sokaklarında dolaşıyordum kış aylarından birinde. Sanki 98 kışıydı diyesim geliyor. On sene boyunca senin hayalinle yaşamamı senin adının aslında İlham Berk olmasına bağlayabiliyorum ancak. Bir de Sabahattin Ali'nin hayalinin peşinden koşup, onun olduğundan emin bile olmadığı bir mezarın üstüne bir demet kıvırcık salata bırakan birini tanıyorum, bir bu kadar daha ilhamına hastalıklı derecede bağlı. Postaneye koşar adım girişini hatırlıyorum senin. Kanarya gibi bir halin vardı. Yüzüne bakınca seni nerden hatırladığımı düşünmek zorunda kalmıştım. O zamanlar çok şiir çok kitap okuyan bir çocuktum İlhan Berk. Kim olduğunu çıkarmam o kadar zor olmadı bu yüzden. Pır pır yanına yaklaştım, o sevmediğim yapay kibar halimle elimdeki tek yazı yazılabilecek şeyi uzattım çekinerek. Senin gibi bir insanla bildiğim yegane ilişki kurma yolunu seçtim ve senden kitabıma imza istedim. Sense yeni arkadaş edinmek üzere olan bir çocuk heyecanıyla " Beni tanıyor musunuz" dedin. Sonra o güzel imzanı attın. Beni sevdiğin bir yere davet ettin. İçtiğim en güzel şarabı içirdin. Güdük şiirlerimi okudun, sen okudun, sen İlhan Berk olarak benim şiirlerime nazik yorumlar yaptın. Ne kadar da insancıldın, ne kadar alçak gönüllü bir tanrıydın. "Yarın da buluşalım mı" derken yine çocukça heyecanlandığını gördüm. Ne kadar normal gelmişti herşey. Ne kadar saçmaymış böyle sanmam. Ertesi gün aynı çocuk coşkunla çıkageldin. Bu defa senin elinde bir kitap, kitabın! Gidip kitapçıdan satın almışsın Allah'ım! İçinde ise bir mucize... Dostluğun mucizesine itaf ettiğin o sözcükler. Ben senin dostun olmuşum birden.
Senden sonra bir çok film seyrettim İlhan Berk, bir çok insan tanıdım, çok kitap okudum diyemiycem ama okudum biraz elbet, sevdiğim ben'den çok uzaklaştığım ve kısmen yakınlaştığım zamanlar oldu. Ama hiç bir ben'i seninle iki gün geçiren ben kadar sevmedim, hiç bir yeni tanıdığım insan bana o kadar ilham vermedi. Hiç bir kitap, hiç bir film senin zenginliğine erişemedi. İlhamın ne olduğunu bilen bilir. "Yaşamın bir tek anlamı varsa o da ilhamdır" diyecek kadar da fütursuzum evet. On sene hayatımın türünden, aldığı biçimden en mutsuz olduğum zamanlarda bir köşeciğimde hep sen vardın. Evet sen umuttun aynı zamanda Umut Berk. Küçük f harfi şeklinde bir kırıntı.
Sonra seninle bir kaç kere daha karşılaştık, birinde etrafını küçük İskender'in düşmanca ve teritoryal kolları çevirmişti, yüksek sesiyle sana yaklaşanları korkutuyordu. Ya da ben korktum, sadece ben burdayım diyebildim. Arif Damar vardı o gece, "gitme kal var yok dinlemez bir çocuk isteğidir diyordu" yine. Bense senin oteline gidip, sana mektup bıraktım sarı bir zarfın içinde.
Acaba hiç alabildin mi mektubumu? Sonra seni bir otobüsün penceresinden ve bir restoranın balkonundan gördüm birer kere. Yanına bile gelmedim şuursuzluğumdan. Sanırım bir sonraki görüşüm tam dokuz sene sonraydı. O zaman 90 yaşında bir kanaryaydın artık. Yine zıplayarak, sekerek, koşarak yürüyordun. Beni hatırlamadın İlhan Berk ama bütün tatlığınla hayatını anlattın yine. Almanya'da sana ödül vereceklermiş, oraya gidesiymişsin. Seni ziyarete gelecektim, o anda karar vermiştim ve adresini istedim. Ya da mektup yazacaktım ne biliyim. Adresini saklasın diye verdiğim insan ilhamın ne anlama geldiğini unutmuş biriydi o zamanlar, kaybetti adresini. Ve işte o zaman içimi derin bir korku kapladı, ya ben sana ulaşamadan tekrar, sen ölseydin, ya bu hayattan çekip gitseydin, ya benim istediğim, sevdiğim biri olabilme ihtimalimi, beraber yanında götürseydin. Bu korku içimde büyüdü. Kendimce sana dokunmaya çalıştım zaman zaman. İşte sarhoş oldum seni buraya karaladım b, etrafımdakilere seni anlattım. Utandım da bir yandan; on sene önce tanıştığım bir ince uzun adamı, bir (f) harfini neden böyle hayatımın en orta yerinde yaşatıyorum diye. Neyseki ilhamdan anlayan insanlara anlattım seni İlham Berk, çok da üzülmüyorum o yüzden.
Sonra sen gittin gerçekten ve senden iki gün sonra Yıldırım Türker, Tezer Özlü'ye itafen o içlere bıçak gibi saplanan mektubunu yazdı. Burda "o yazıyı okumamış olanlara da yazık" diye düşünerek aşağıya eklentiliyorum yazıya ulaştıracak adresi. İtiraf ediyorum İlhan Berk, Yıldırım Türker'den kopya çekiyorum bu mektubu yazarken. Ama sana birşeyler karalamak hep aklımda vardı inan. Ve senin yokluğunda büyüyünce Yıldırım Türker olmak istiyorum galiba. İlham ne kadar önemlidir bilirsin, anlarsın...İlham kaynağı buldun mu sarılacaksın sıkısıkı. Şimdilerde bir kediler, bir kelimeler... Müzik bile diil. İşte Yıldırım da böyle biri. Sen de seversin, severdin eminim. Seni hiç şair olarak düşünmedim beni affet, zaten sen de ressam olmaya karar vermişsin görüşmediğimiz yıllarda. Şair diilim bile demişsin. Ama sen ressam da diilsin benim için. İlham Berk'sin işte. Sevdiğim ben'le belki de tek tanışmış kişisin. Gittiğin yerde iyi ol. Bu mektubu bitiremeyeceğim ortada.
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=YazarYazisi&ArticleID=896133&Yazar=%20&Date=24.09.2008&PAGE=
No comments:
Post a Comment