Her zamanki gibi memleketin durumu vahim, yazacak çok şey var ve nereden başlayacağımı bilmiyorum. O yüzden aylardır cebir, hile ve duygu sömürüsü yollarını kullanarak eve girmeye çalışan kedinin hikayesini yazayım. Senelerden 2008 ve aylardan sanırım Ekim'di. Türkiye hala iki kutuplu ve liboşlar hal ve gidişattan hala mutlu mesut idi. Bizim apartımanın 1000 yaşındaki bazı sakinleri bir apartıman toplantısında darbe yapıp "herkes kombiye döne" diye fetva verdiğinden beri aradan 5 ay geçmiş, benim ev sahibinden hala pek ses çıkmamıştı.
O dönemlerde yaptığım sonsuz seyahatlerin birinden bir Pazar akşamı eve döndüğümde, en sevdiğim kedim Kediş'i göremedim. Biraz adını çağırıp etrafa baktıktan sonra hafif artan bir panikle haftasonu Kediş'e bakmaya gelen annemi aradım. Anneme Kediş nerde sorusunu sorar sormaz gelen korkunç sessizliğin içinde, sessizliği takip eden daha da korkunç cevabı beklemeden ağlamaya başladım tabii ki. Korkunç cevap zaten 3 saniye içinde geldi. Babamla bir olup, kapıyı açık unutup Kediş'imi kaçırmışlardı. Benim telefondaki ağıt yakan halimden ve nefesim kesilinceye kadar ağlamamdan oldukça tırsan annem Rusya sınırına yakın evinden kalkıp gecenin bir yarısı Cihangir'e geldi. Takdir ettiğim bir performans gösterip o gece benimle beraber ve ertesi gün ben işe gittiğimde tek başına sokaklarda Kediş'i aradı. Hikaye de aslında tam da bu noktada başladı. Ben hazretleri ağıta ara vermeden sersefil perperişan bir halde işe gittikten yaklaşık bir kaç saat sonra annem arayıp Kediş'i ya da ona çok benzer başka bir kediyi bulduğunu, eve aldığını o kedinin yani Kediş'in ya da çakma Kediş'in çok mutlu olduğunu evi hiç yadırgamadığını, yemek yiyip kakasını yaptığını şimdi de yatağında uzanmış keyifle yalandığını anlattı. Çok uzatmadan atlayıp eve gittim, ve gördüm ki evde gerçekten de etrafını zerre kadar yadırgamayan çok mutlu gözüken tekir bir kedi vardı ama Kediş değildi. Kedişimin kumunda bu yeni kedinin boklarını görünce çok fena oldum. Böğürerek ağlamaya başladım yeniden. Yine de Kediş'imin kısa bir süre sonra bulunmasıyla beraber bu çakma Kediş'ciğin kapı dışarı edilirken gözlerinde gördüğüm hüznü de hiç unutamadım. Unutmama pek izin de vermedi işin aslı. O gün bu gündür, kapının önünde yolumu kesip, hiç bıkmadan usanmadan eve girmeye çalışması, en iç parçalayıcı tonlarda miyavlayıp, verdiğim yemeğe elini bile sürmeyip tek amacının sevgi ve sıcacık bir ev olduğunu anlatması en taş kalpleri bile yumuşatacak, eskiden TRT'de Pazar sabahları yayımlanan çocuk ağlatan hayvanlı filmleri aratacak cinsten. Üstelik artık sokağın başından itibaren pusu kuruyor. Geçen gün eve doğru yürüyorum, baktım bir kaç kedi sokağın köşesinde king döndürüyolar, içlerinden biri kafasını king masasından kaldırdı, gözlerini bana dikip tanımaya çalışırcasına kıstı... Bir süre bakıp kim olduğuma kanaat getirmiş gibi yaptıktan sonra (ki gözlüğüm olmadığı için ben kendisini tanıyamıyorum bu esnada), depar atarak koşmaya başladı üstüme doğru... Sonra evin önüne yaklaştığım bir noktada köşeye kıstırıp (evet çakma Kedişmiş tabi) yine bir sevgi ve sıcak yuva talebi, yalvarışı... Her gün ayrı bir tonda, ayrı bir yerde yakalayıp yalvarıyor. Ben de ülkede McCarthy rüzgarları eserken en büyük meselimin çakma Kediş olması için çabalıyorum, herhalde belli oluyordur.
2 comments:
Cebir kullanan kediye takdirler benden...
Ne vicdansızsın be kadın, (Fazıl Say tonuyla okunacak) zaten evin kedi sığınağı gibi bir tane daha alsan nolur ki?
Post a Comment