Tuesday, July 14, 2009

Tuhafiye II

Tuhafiye dizimizin bugün ki bölümünde yerel tuhaflıklardan bahsedeceğiz. Bu tuhaflıklar her gün karşımıza çıkan, artık kanıksadığımız ancak yoldan geçen bir turisti kenara çekip seyrettirdiğimiz zaman göz bebeklerini yuvalarından fırlattıracak cinste olanlar.

Bu bölüme dükkanının önünü süpüren insanla başlamak istiyorum. Dükkanının önünü süpüren insanın tuhaflığı süpürürken faraş kullanmamasındadır. Dükkanının önünü süpüren insanın beyni, küçükken büyük bir talihsizlik eseri, "herkes dükkanının önünü süpürürse sokaklar temiz olur" önermesiyle yıkanmıştır. Bu yüzden dükkanının önündeki pislikleri sokağın ortasına doğru, hatta yürüyenlerin üstüne üstüne gelecek şekilde süpürürken gamsız ve tasasızdır. Bu kişi büyük ihtimalle daha sonra daha da anlamsız başka bir harekete imzasını atacak ve dükkanının önünü , eline aldığı bir kaç avuç suyu gelişigüzel serpmek suretiyle, yerler çamur bulamacı olana dek bu işlemi tekrarlayarak, ıslatacaktır. Çünkü dükkanının önünü süpürme ve dükkanının önünü ıslatma başabaş giden iki tuhaf harekettir. Doğasında gelişigüzellik olan serpme/ıslatma işlemi, daha önceden sokağın ortasına doğru süpürülmüş olan tozun/kirin/çöpün de mutlak suretle ıslanmasına ve ortalığın daha da iğrençleşmesine yol açacaktır. İstiklal caddesinin ara sokaklarında yürürken son iki aydır hiç yağmur yağmamış olmasına rağmen çamur içinde kalan ayakkabıların ardında yatan esas neden işte bu tuhaf eylemleri tatbik eden tuhaf ama gerçek kişilerdir.

Yine beni benden alan yerel tuhaflıklardan biri de ülkem insanının her fırsatta "sistem" demek istemesidir. Sınıfsal bir ayrım gütmeyen sistem deme güdüsü çok ilginç enstantanelerde ortaya çıkabiliyor. İşte yerel tuhaflıklar listesine üst sıralardan girmeyi hakkeden bir örnek... Dün akşam "Yemekteyiz" programında yine herkes birbirine bok atarken, içlerinden biri o akşam köfte pişireceğini duyduğu kişiye hitaben şu sözleri sarfetti: " Ne köftesi yiyeceğimizi bilemiyorum, Türkiye'nin değişik yörelerinde farklı köfte sistemleri var"

Ülkemizde ev ziyaretleri de değişik tuhaflıklar içeren, bu sebeple yoğun gözlem ve analizi hakkeden süreçlerdir. Geleneksel ev ziyaretleri zaten fazlasıyla tuhaflık içermektedir ama Anadolu'da tezahür edenler ayrı bir tat ve dokudur... Örneğin herşeyin bir sırası vardır. Evine gelen misafire zort diye çay ve un kurabiyesi ikram edersen mesela bu çok büyük bi ayıptır. Öncelikle soğuk bir şey ikram edilir. Soğuk içecek kategorisinde ikram edilen, genellikle kola ya da çocuğa bakkaldan o anda aldırıldığı için sidik kıvamında olan meyveli gazoz olur. Bu faslı kahve takip eder. Misafir soğuk meşrubattan son yudumunu alırken kahvesini nasıl istediği sorulur lakin bir sonraki fasıla, yani "çay"a geçebilmek için kahveden itibaren makul bir süre geçmesi gerekmektedir. Ancak o makul süre geçtikten sonra çay ve çaya eşlik eden yiyecekler misafirin önüne sürülebilecektir. Makul süre geçmeden ortaya çıkarılan çay, misafire "defol git" demekle eşdeğerdir. İşte bu yüzden yeteri kadar zaman geçmeden çay ikramına maruz kalan misafir tuhaftır ki darılıp gücenme hakkına sahiptir. Çay faslı da bittikten sonra "allaaşkına yemeğe kal" süreci başlayacaktır ama o apayrı bir yazının konusu olarak şimdilik rafa kalksın.

Bütün bu nano zamanlamaların hükmettiği çay, kahve, meşrubat servisleri arasında gerçekleşen ve Anadolu'yu büyük şehirlerden bir sıfır öne çıkaran başka bir tuhaflık daha vardır ki, yerel tuhaflıkların kanımca en sevimli ve komiklerindendir. İstanbul'un dışına çıkar çıkmaz, ve hatta kentlileşmeden nasibini almamış bazı İstanbul semtlerinde, misafirler ve ev sahibi arasında adeta bir atışma gibi tezahür eden bir "nassınız" lar savaşı yaşanır. Salonda bulunan her misafirin ev sahibi mevkisindeki her kişiyle kombinasyonu kadar nassınız sorusu sorulur. Karşılıklıklı bire-bir kombinasyonlardan oluşan "nassınız"ları, "daha daha nassınız", "anan nassı", "baban nassı", halangiller nassı", enişten nassı, "eniştenin kaynı nassı", "dünürlerin nassı" diye sonsuza kadar uzanan bir dizi başka hal hatır sormalar silsilesi takip eder ve belki de 4-5 saat süren bir ev oturması herkesin nasıl olduğundan başka birşeyin konuşulmadığı, nasıl olunduğuna dair sorulan sorulara verilen cevapların pek de dinlenilmediği, bol bol sıvı alınan ve uzun uzun servis yapılan bir tuhaflıklar dizisi olarak yerel tuhaflıklarımız arasında yerini sağlamlaştırır.

Tuhaflıklar dizisi ister istemez devam edecek...

3 comments:

giz♪ said...

burada özlenen daha çok bir zaman dilimi, kişi ya da mekan değil, o zaman dilimindeki "ben" dir zaten. Oruç Aruoba'nın da "özlenen, özleyen" ilişkisi için yazdıklarından ötürü burada kulaklarını çınlatmak isterim:)

batuss said...

Tuhafiye II yıkılııııııırrrrr...
Aslı bize bu konseptteee kitap yazsııınnn plizzzzzzzz :)) çok güldüm, nasıl ironik bir yazıdır bu :)

sarapci said...

Bu seri çok başarılı oluyo ama kentlere odaklanalım lütfen. Daha zevkli.