Friday, October 09, 2009

İşsizlik Güncesi

İşsizdim. Palamut mevsimiydi. Farmville usulsüz çiftçilik suçundan kapatılıp açılalı 3 gün, Hülya Avşar'a "Türk milliyetçisiyim" dediği bir röportajda "Halkı kin, nefret ve düşmanlığa tahrik ettiği" iddiasıyla soruşturma açılalı 15 günden fazla olmuştu. Yurtta alacakaranlık endeksinin tavan yaptığı günlerdi. Ani endeks dalgalanmalından kaynaklanabilecek her türlü absürd, saçma, "çüş lan bu kadar da olmaz" dedirtecek şeye karşı idmanlı ve hazırlıklıydım. İşsiz olabilirdim ama güçsüz değildim. Gücüm yerindeydi maşallah. O sabah hiç açılamaz gibi duran bi kavanozu iki hamlede açmıştım. Bir önceki gün yere düşen bir tokayı ayak parmaklarımla yerden alabilmiştim. Anlayacağınız çeviktim de. Yani hayat beni yenemeyecekti, şaşırtamayacaktı, düşürüp çelme takamayacaktı, önüme takoz koyamayacaktı.

Bu kusursuz güne gündelik işsizlik takvimimi düzenleyerek başladım. İlk iş bugün doğacak ve aramıza katılacak veletin saat kaç sularında doğmayı planladığını öğrenmekti. Bütün hamileliği boyunca rahatlığı ve sakinliğiyle hepimizi sinir etmiş gizemli anne kişisi telefonda yine sinirbozucu bi sakinlikle "yeaaaa işteeee hastaneyee gidiyoruz, bikaç saate doğaaar belkii" dedi, benim heyecanlı çığlıklarımı yine bozguna uğratarak. Telefonu sinirle kapattım. Derken telefon tekrar acı acı çalmaya başladı, "hayırdır inşallah kim telefonu böyle acı acı çaldırıyor acaba?" diyerek usulca 3Gsi bile olmayan Samsun marka telefonuma uzandım (hayır sonunda g yok). Arayan sevgili kişisiydi. İşte, nasıldım, günümü nasıl geçirecektim, ne gibi planlarım vardı, bugün doğacak çocuklar kimlerdi, Kuruvasan'la buluşacak mıydım vs gibi bir yığın lüzumsuz soruya maruz kalıyordum. Soru sağnağı devam ederken birden gözlerim yanmaya ve yaşarmaya başladı. "Aha sevgiliye içimden lüzumsuz dedim diye oldu" dedim ilk anda, sonra göz yanmaları nefes alamamalara ve öksürük nöbetlerine dönüştü umarsızca ve kekremsi. Son zamanlarda aralıksız House seyrederek yarattığım "araştırmacı teşhis uzmanı" kimliğim, kurşun zehirlenmesi olabilir mi sorusunu getirdi kafama. Bu aralar çok fazla somon sashimi de yememiştim oysa ki, yaşadığım ev evet eskiydi, ama 2. dünya savaşından kalma değildi. Ustalıkla kafamdaki kurşun zehirlenmesi şüphesini giderdikten sonra evin içinde nükleer sızıntı olabileceğini düşenerek duvar diplerini kontrol etmeye başladım. Sızıntı var gibi gözükmüyordu. "Nükleer veyahut kimyasal sızıntı nasıl anlaşılır" diye girip google'a yazasım geldi. Telefonun diğer ucundaki sevgilinin "alo alooo" çırpınışları, bir dalga gibi kulağıma çarpıp sonra umarsızca (pardon umarsızca kullanmıştım az önce) evin boşluğuna yayılıyordu. Sıkıntılıydım.

Bu ruh hali içinde, nefes alabilmek ve ciğerlerimi rahatlatmak için kendimi balkona attım ve bunun sabahtan beri yaptığım en aptalca iş olduğunu derhal anladım. Nitekim evin tepesinde dolaşan helikopter olsun, dışardan gelen "kahrolsun IMF" sesleri olsun, hepsi gözleri kör, ciğerleri nefessiz kılan bir hava sarmalı içindeydiler. Bu yıkıcı hava, ota boka biber gazı sıkmayı artık bir görev bilen necip Türk Polisi'nin değerli eseri olmalıydı. Ve evet gerçekten de öyleydi.

Güzel bir işsiz sabahta, evimde otururken biber gazı yemiş ve öksürük nöbetine girmiştim. Ülke sınırları içinde bu da olmuştu, bunu da yaşamıştım. Bunları hazmetmeye çalışırken ben, protestoların ana hedefi olan IMF toplantılarının yapıldığı mekanlarda IMF sakinleri çatır çatır Youtube'a girmekteydiler. Hangi birine nasıl gülmek lazımdı bilemiyordum.

Gün, biber gazından yoğun bir şekilde etkilenmiş (yatak döşek kıvamında), o gün için planlanan buluşmaların hiçbirine gidilememiş (robocop polisler evden bütün çıkışları abluka altına aldıkları için)ve işsizlik keyfi saçmalık ızdırabına dönüşmüş bir halde bitmeye yüz tutarken bu kez acı tatlı çalan bir telefonla beraber 9 aydır beklenen haber geldi. Gizemli anne kişisinin sancıları başlamıştı, Yaz geliyordu, yoldaydı! Aylardır kapı arkalarında fısıltıyla konuşulan, akılları kurcalayan soru nihayet cevabını bulacaktı: "Ekim'de gelen Yaz olur muydu? Evden çıkıp istikameti Amerikan Hastanesi'ne doğrulttum. Bakalım ilerleyen saatler daha ne gibi absürdlüklere gebeydi. "İşsiz hayat pek heyecanlıymış" diye düşünerek doblo taksinin içinde gecenin derinliklerine doğru kayboldum.

Bir sonraki bölümde: Yaz gerçekten geldi mi, geldiyse nası geldi? Gelince ilk neler söyledi? Stay tuned...

4 comments:

Anonymous said...

civa olacak o, kursun diil

Kutad Gubilik said...

lead poisoning, kurşun bence

Anonymous said...

Lead poisoning'in kursun oldugu dogru... Ama sashimi'den gelen civa zehirlenmesidir benim bildigim. 2. Dunya Savasindan kalan evden gelen kursun tabii ki...

Kutad Gubilik said...

anonymous kimliğini ifşa et çabık...